Seçimimiz feminizm!

Felaketler, katliamlar, emeğimize-bedenimize yönelen ağır saldırılar, yasal kazanımlarımızın bir bir kaybı, katlanılamaz hale gelen hayatlarımız, baskı, korku…

Türkiye’de uzunca bir süredir düzen hâkim. Bunun elbette birçok sebebi var, ancak bazen yükselip bazen geri çekilse de “düzen”e karşı istikrarlı direnişini sürdüren feminist hareketin kendi sınırlarına özel olarak bakmak gerekecektir.

Kimilerine göre tarihsel referandum sayılan bir seçimi kimilerine göreyse toplumsal muhalefetin bir kez daha içine sıkıştığı parlamenter siyasetin kendi yenilgisiyle sonuçlanan seçimi geride bıraktık.  Kadınlar açısından geçtiğimiz seçimin olumsuz çıktılarından biri de bir süredir toplumun dinci gerici dönüşümünde rol alan aktörlerin bugün bir ittifak olarak Meclis’te yer alıyor olmasıdır. 28 Mayıs sonrası karşı karşıya kaldığımız durumun analizlerini yaparken bu durumun seçimle beraber oluşmadığını, Türkiye’de dinci gericiliğin yüzlerce yıla ve pek çok katliama dayandığını, AKP iktidarının da tüm bu tarihsellik içerisine yayılan dinci gericiliğin günümüzdeki temsili olduğunu, toplumsal muhalefetin de AKP’nin neoliberal muhafazakarlaştırma politikaları karşısında etkin bir mücadele hattı ortaya koyamamasının bir sonucu olduğunu unutmamak gerekir. 20 yıllık iktidarı boyunca AKP vahşi ve muhafazakar piyasa siyaseti yürütürken, toplumu ve toplumsal rejimi yeniden inşa ederek cemaatleştirmiş, “kutsal aile”yi de tüm tarihsel yeniden inşa süreçlerinde olduğu gibi bunun çekirdek örgütü haline getirmiştir.

Kadın emeği ve bedeni piyasa tarafından vahşi bir biçimde güvencesizleştirilmiş, ucuzlaştırılmış; dinci-gericilik ile de birlikte AKP iktidarı, rejimini sınıfsal sömürüyü eril politikalarla besleyerek patriyarkal kapitalizmin etkili bir aracı olarak inşa etmiştir.

Son yılların en sağcı Meclis’ini yaratan siyasal gerçeklik, muhalefet eksenini de sağa çekerek ırkçı yaklaşımları ‘normalleştirdi’ ve yaydı. Seçimin iki kutbu tarafından kurulan bu gerici-faşist ittifakların son dönemlerdeki en belirgin ortak özellikleri İstanbul Sözleşmesi, 6284 karşıtlığı ve LGBTİ+ düşmanlığı. Zaten bu nedenle seçim kampanyalarındaki ana hedeflerden biri aileyi korumakken diğeri LGBTİ+ düşmanlığını körüklemek olmuştur. Feminist hareket açısından kritik olan ise bu dinci-gerici partilerin hepsinin tarikatlar ve cemaatlerle yaygın ve güçlü bir kitle tabanı bulunmasıdır. “Başörtüsüne” Anayasal güvence teklifi, İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’ndaki çocuk istismarı, depremden etkilenen çocukların depremin ilk günlerinde tarikat ve cemaatlere verilmesi… Seçimin hemen ardından da Erdoğan’ın hız kesmeden kürsüden yaptığı konuşmada LGBTİ+’ları hedef göstermesi, ÇEDES projesini hayata geçiriyor oluşu, İstanbul’da yaz boyunca 237 okulda TÜGVA’nın dini eğitim yapabilecek olması, Erdoğan’ın imzasıyla karma spor eğitimi yapılan Okul Sporları Federasyonu’nun kapatılması… Şimdi de “kız okulları” tartışması. Bu gibi hamleleri rahatlıkla yapabilmesi seçimle yeniden tesis ettiği meşruluğun kitle tabanında karşılığı olduğunu ve devrimci hareketlerin kitle tabanının eridiğini bilmesinden geliyor.

Feminist hareketin, AKP iktidarının neoliberal politikalarına, toplumun dinci-gerici dönüşümünü hedeflerken gerçekleştirilen aile politikalarına karşı aktif bir mücadele tarihi var. Bunu bağımsız kadın hareketi çizgisini koruyarak patriyarkanın ve sermayenin ideolojik araçlarından dinci gericiliğin, AKP iktidarıyla var olmadığını ve onun gitmesiyle de yok olmayacağını bilerek, toplumsal bir feminist dönüşümü hedefleyerek kendi özgün araçları, örgütlenme biçimleriyle yapabilmiştir.

Fakat AKP iktidarının yıllar içerisinde toplumda yarattığı kutuplaşma, son seçimin ekseninin politik bir ayrışmadan çok Erdoğancılar ve anti-Erdoğancılar olarak nitelenebilecek bir “apolitik” çatışmaya sıkışması feminist hareketin hareket zeminini de daraltmıştır. Ortak noktası AKP’nin gitmesi olan, her bir bileşeni bambaşka siyasi-toplumsal-örgütsel niteliklere sahip bu doğal/dönemsel blokun bir parçası da feminist hareket olmuştur.

Seçim sürecinde neredeyse bütün kadın örgütlenmeleri bu konuda doğrudan İstanbul Sözleşmesi’ni ağzına almaktan imtina eden Kılıçdaroğlu’na oy çağrısı yapmayı “normal bir hamle” olarak görebilmiş, bağımsız kadın siyaseti çizgisi egemenler arasındaki bir yarışa endekslenmeye sıkışmıştır. Bağımsız kadın siyaseti sermayeden, erkeklerden ve devletten bağımsız politika üretmeyi, kendi gündemini, sözünü, hedeflerini, stratejisini çeşitli siyasi partilerin, oluşumların politik eksenine bağlı kalmadan patriyarkaya karşı mücadeleyi esas almasıyla başarabilmiştir. Seçim sürecinde bağımsız kadın hareketi çizgisine dair zedelenen noktayı da burası oluşturmaktadır. Hareketin özgün yöntemleriyle seçime müdahale edilebilecek alanlar kuramaması, kadınların siyasi partilerin taleplerinden bağımsız taleplerini görünür biçimde örgütleyememesi, seçimlerde “oy vermek ve sandık korumak”tan başka bir öneride bulunamaması, çok katmanlı kadın kitlelerine ulaşabilen, onların özgün taleplerini örgütleyebilen bir pratik önerememesi bağımsız kadın hareketi çizgisinin AKP-Erdoğan karşıtlığına dayalı bir eksende seçim sürecinde erimesine neden oldu.

Feminist hareketin bu noktaya gelmesinde bir süredir iktidarın saldırılarına refleksif yanıt üretme dışında orta ve uzun vadeli kendi gündemini ve hedeflerini oluşturamaması, kent merkezlerindeki kitlesel eylem çağrısına gelebilenler dışında, çok katmanlı kadın kesimleri ile güçlü ve kalıcı kitle bağları kuramamasının kadınlarla gerçekçi temasların oldukça azalmasının etkisi vardır.

Artık yaşadığımız dünyada neoliberal kapitalist sistemin girdiği derin krizin en büyük suç ortağı olan patriyarkaya karşı mücadele aynı zamanda sınıf mücadelesinin her zamankinden daha güçlü bir bileşeni haline gelmiştir. Bu nedenle feminist hareketin politik iktidar mücadelesi hedefiyle örgütlenmesi demek toplumsal bir sınıf olan işçi sınıfının kolektif öncüsü olarak iktidar mücadelesinin örgütlenmesi demektir. Kadınların bugün sistem karşıtı mücadele alanlarının doğal önderliğini üstlenmesinin rastlantısal olmadığını biliyoruz. Bugün neoliberal patriyarkal sistem kendi içinde karşıtlığını yaratarak karşısına kolektif devrimci özne olarak kadınları çıkarmakta, feminist hareketi devrimci bir hareket olarak tarih sahnesine çağırmaktadır. Türkiye’deki feminist hareketin sıkıştığı noktadan çıkabilmesinin koşulu da, kadınların kolektif devrimci öznelliğinin inşa edilmesiyle mümkün olabilir.

Feminist hareket açısından kimi tarihsel uğraklar, öznenin ve hareketin kolektif devrimci kapasitesini açığa çıkabileceğine dair ipuçları vermiştir. Bunlardan kürtaj eylemleri, bir kadın isyanı olarak anılan feminist politikanın kent merkezlerinden mahallelere doğru yayılmasını sağlayan önemli bir sıçrama noktası olan Gezi Direnişi, kadınların öncülüğünde toplumsal bir eyleme doğru genişleyen Özgecan Aslan eylemleri gibi örnekler; dünyada ve Türkiye’de yükselen isyancı feminist dalga içerisinde öznenin potansiyelini, varabileceği noktayı, hareketin kitleselleşme biçimlerinin başkaca ezilen toplumsal kesimleri de kapsayabileceğini göstermiştir. Başkanlık rejimine geçiş ile beraber rejimin açık biçimde gericilik ve ırkçılık ile harmanlanmış kadın düşmanı karakteri doğrudan inşa edilmeye başlanmıştır. Feminist hareket bugünlere kadar AKP faşizmi karşısında kararlı ve kesintisiz direnişini sürdürmeye devam etmesine rağmen sokakta, barikatta açığa çıkan güçlü kadın militanlığını örgütlü mücadelenin parçası haline getirmekte, yasal kazanımlarımıza yönelik muazzam bir çitleme sürecinin önüne geçmekte zorlanmıştır. Asıl olarak da kadınların emeğiyle, bedeniyle, bütün bir yaşamıyla neoliberal sistemin mihenk taşı haline gelmesinin, toplumun neoliberal dinci gerici dönüşümünün önüne geçememiştir.

Bu durumun çeşitli örgütsel etkileri de olmuştur. Feminist hareketin örgütlenme formlarının kent merkezlerindeki simge noktalara sıkışması buna örnektir. Özneleri bu merkezlerdeki yaşam tarzına uygun “eğitimli genç kadın” profiline sıkışmış ve çok katmanlı kadın kitlelerine ulaşmakta zorluk yaşanmaya başlamıştır. Feminist hareket ele geçirdiği kent meydanlarında verdiği mücadele ile eşzamanlı yoksul mahallelerde birebir örgütlenme yapamamış, dolayısıyla örgütlenme kapasitesini artıracak sıçrama olmamıştır. Faşizmin katliamlarla, tutuklamalarla, akla gelen tüm zor araçları ile ezdiği toplumsal muhalefetin yıllardır ayakta kalan öncüsü olması ile anılan feminist hareket isyancı mayasının varlığına rağmen “seçim siyaseti”ne sıkışarak bu kapasitesinin açığa çıkmasını sağlayamamış, kendi mevcut kapasitesini öncülüğü inşa edecek biçimde genişletememiştir.

Sonuç yerine: Devrimci feminist mücadeleye çağrı

Feminist mücadelenin yüzyıllardır patriyarkaya karşı verilen ideolojik-politik kanlı bir savaş alanı olduğunu bilerek; önümüzdeki dönemde “aileyi korumak” adı altında dinci-gerici politikalarla kadınların kamusal alandaki varlığının daha da sınırlandığı, kadınların bedenine yönelik saldırıların artacağı ve bu ekonomik kriz döneminde kadınların emeğinin daha da güvencesizleşerek ucuzlaştırılacağı bir süreç bizi bekliyor.

Emeğin iktidar mücadelesinde ancak öznenin devrimci kapasitesini açığa çıkartacak, proleter bir feminist siyaset hedefiyle neoliberalizmin yıkımının, AKP’nin çürümüşlüğünün karşısında yeni bir yaşamı mümkün kılabileceğini biliyoruz. Çünkü; kapitalizmin şafağında olduğu üzere dünya proletaryasının çehresi bir kez daha yoksulun, serserinin, suçlunun, dilencinin, sokak satıcısının, mülteci atölye işçisinin, isyancının çehresidir.1 Ve elbette bugün hala bu isyan dalgasının en güçlü çehresi kadınların çehresidir.

Feminist hareketin seçimlerde aldığı tutum ve başaramadığı bağımsız pratikler başta olmak üzere son yıllardaki mücadelemize dair özeleştirel bir yeniden inşa sürecine başlamamız gerekmektedir. Bunun yolu ise mücadelenin bize kattığı deneyimleri unutmamak, feminist özsavunma politikasını geliştirerek patriyarkaya karşı mücadelede örgütlenme araçlarımızı ve yöntemlerimizi geliştirmekten geçmektedir. Dinci gerici kadın düşmanlarının kamusal alandan izole etmeye çalıştığı kadınların ve LGBTİ+’ların kamusal alana dair mücadele biçimlerini feminist özsavunma ve feminist laiklik politikasının bir parçası haline getirmeli ve kadınların, LGBTİ+’ların bağımsız taleplerini örgütleyecek pratikler ve örgüt formları geliştirilmelidir. Bu konuda bu yıl düzenlenen İstanbul Onur Yürüyüşü’nde lubunyaların büyük polis ablukasını kırabilen eylem taktikleri ve söylemleri önümüzdeki döneme dair yol gösterici olabilir.

AKP karşıtı olan ve olmayan kadınlar olarak hareketin ortasına iktidar ve muhalefet tarafından açılan -bizlerin de sorumluluğunun olduğu- yarığı kadınların ortak talepleri ile sistem karşıtı bir örgütlenme hedefiyle onarmalıyız. Feminist hareket reddettiği kolektif önderliği ele alarak kent merkezlerinde yükselmiş olan dalgayı şehrin en yoksul mahallerinden işyerlerine, kampüslerden fabrikalara taşımalıdır. Doğru olan ve kolay olan arasındaki bu seçimde seçimimizi feminizmden yana yapalım. Devrimci bir feminist siyasetin zorluğunu kadınların tarihsel, duygusal, sınıfsal, estetik ortaklığı aşacaktır.

Dipnot:

1 Dünyayı Yeniden Efsunlamak, Silvia Federici, Sel