Kuşatmayı kırmak için bir adım ileri

İnsanlığı ekonomik, toplumsal, ekolojik bir çöküşle karşı karşıya bırakan emperyalist-kapitalist sistem, çıkışı olmayan krizini yönetebilmek için tarihin en gerici güçlerine sarılmaktadır. Proleter insanlık da kendisini biri biterken biri başlayan isyan ve direniş hareketleriyle ortaya koymaktadır. Ne var ki proletaryanın örgütsüzlüğü ve savunmasızlığı, isyan ve direniş hareketlerinin iktidar mücadelesine tercüme edilemeyerek yenilmesini ve faşist iktidarların kitle tabanını genişleterek yükselmesini beraberinde getirmektedir. Ya proleter halk kitlelerinin devrimci potansiyeline odaklanılarak direnişten devrime bir yol açılacak ya da insanlık düzen siyasetinin çıkmaz sokaklarında karanlığa mahkûm edilecektir.

Türkiye sosyalist hareketi de 2023 seçimlerine giden süreçte bunu tekrar tecrübe etmiştir. Halkın sistem karşıtı direniş eğilimleri kendisini yeni tipte işçi hareketlenmelerinde, kadın, gençlik, ekoloji ve deprem sonrası toplumsal dayanışma hareketiyle ortaya koyuyordu. Ayrıca Erdoğan’dan kurtulma isteğiyle güçlü bir halk iradesi ortaya çıkmıştı. Bu direniş eğilimlerini ilerletmek ve birleştirmek yerine “seçim düzlemine” hapsolan çizgi kaybetmiştir. Sınıf siyasetinin ve meşru militan kitle mücadeleleri çizgisinin geri planda kalmasının bedeli, faşizmin kitle temelini genişleterek iktidarını pekiştirmesi, muhalefet cephesi açısından da “kitle pasifikasyonu”, “siyasetsizleşme” ve “sağcılaşma” olmuştur.

İktidar cephesi ise emperyalizmin ve oligarşinin desteğini sağlamak için, bir yandan seçim sonrasına ertelenen emek düşmanı politikaları tek tek hayata geçirmeye başlamış, bir yandan da keskinleşen sınıfsal çelişkileri yönetebilmek için halka karşı savaşı daha da sertleştirmeye yönelik ideolojik ve kurumsal hamlelere girişmiştir. Üçte ikisi İslamcı-faşist partilerden oluşan bir parlamento, Erdoğan’ı gerici-faşist ideolojik saldırganlığı tırmandırmakta ve Anayasal düzlemden kontrgerilla ilişkilerine kadar devleti bu yönde yeniden yapılandırma noktasında cesaretlendirmektedir.

***

Bu seçim süreci, hareketimizin bir süredir yaşadığı iç tartışmalarda ortaya atılan tezlerin de sınandığı bir süreç olmuştur. Örgütsel kriz görünümü altında açığa çıkan bir ideolojik-politik tartışma sonucunda devrimci siyasetin tasfiyesine karşı özeleştirel bir yeniden inşa hedefini önüne koyan hareketimiz açısından bir netleşme yaşanmıştır.

Seçim-temsil alanını faşizme karşı mücadelenin sürükleyici halkası haline getirme taktiğinin bir karşılığı olmadığı görülmüştür. Bu çizgi, halkın direniş eğilimlerini seçmenliğe indirgeyerek pasifize etmiş, anti-faşist toplumsal güçleri mücadelede birleştirmek yerine seçim tartışmaları ekseninde ayrıştırmış, faşizme karşı mücadeleyi Erdoğan karşıtlığına indirgeyerek “Erdoğan karşıtı” sağı da içermek adına gerici-şoven ideolojik argümanları geniş kitleler gözünde meşrulaştırmıştır. İşyerlerinde, mahallelerde, kampüslerde kitle ile doğrudan ve sürekli temas kurulmadan, halk kendi somut sorunları etrafında seferber edilmeden mücadeleye ışık tutan isabetli öngörülerde bulunulamayacağı, toplumsal çöküntü sonucunda halk kitlelerinin otomatik olarak muhalefete yönelmeyeceği, anti-faşist mücadelenin somut bir zemin kazanamayacağı görülmüştür.

Devrimciler, geride bıraktığımız sürece dair tespit, öngörü ve önermelerinde yanlıştan kaçınmış olsa da deprem bölgesinde, enerji, eğitim ve sağlık emekçileri arasında, çay üreticileri arasında ve yoksul mahallelerde sürdürülen öğretici, cesaretlendirici ve ilham verici çalışmaları henüz etkili bir politik müdahaleye ve geniş kitlelere ulaşan bir devrimci harekete tercüme edememiştir.

Devrimcilerin önündeki örgütsel yenilenme görevi açısından aşılması gereken esas güçlük, “bizim gibi düşünmeyenler” değil, bizi harekete geçmekten alıkoyan kendi engellerimizdir. İdeolojik mücadele elbette önemlidir. Ancak kendimizi sınayacağımız yer “bizim gibi düşünmeyenlerle” yaşayacağımız tartışmalar değil, faşizm karşısında Türkiye işçi sınıfının ve toplumsal müttefiklerinin devrimci potansiyeline güvenerek, bir devrimci hareket yaratma hedefiyle önümüze koyduğumuz pratik örgütlenme adımlarıdır.

Emekçilerin geçim ve yaşam koşullarının daha da zorlaşacağı, faşizmin saldırılarını tırmandıracağı ve bunun diyalektik karşıtı olarak halkın öfke ve hoşnutsuzluklarının büyüyeceği bir döneme girerken, devrimcilerin önünde duran temel siyasi görev proletaryanın devrimci savaşçı partisinin yaratılması yolunda, halkın direniş potansiyelinin harekete geçirilmesi ve direnişlerin birliğinin sağlanmasıdır. Günün devrimci görevi işçiler, kamu emekçileri, kadınlar, gençlik, kent ve kır yoksulları arasındaki direniş eğilimlerinin bir sosyalist programa ve meşru militan kitlesel eylem çizgisine kavuşturularak bir devrimci hareket olarak örgütlenmesidir.

Yoksullaştırılan, mülksüzleştirilen, ağır sömürü koşullarına itilen emekçi halk kesimleri ile devrimci siyaset arasında bağ kuracak “volan kayışları” olarak nitelikli kitle mücadeleleri çoğaltılmalı ve ilerletilmelidir. Devrimciler, “en geniş kitle çalışması içinde en dar kadro çalışması”1 anlayışı ile hareket ederek, kitle mücadelelerinin doğal önderlerini yaratmaya, işçi sınıfına politik bilinci kitle mücadeleleri içinde taşımaya odaklanmalıdır.

Bu kitle mücadeleleri içinde kurulan meclisler, “söz, yetki, karar iktidar halka” sloganının somutluk kazanacağı ikili iktidar2 nüveleri ve aynı zamanda faşizme karşı halkın özsavunmasını örgütleyecek yapılar yaratma perspektifiyle ele alınmalıdır. Halihazırda akla gelen pek çok meclis deneyiminin, kitleleri temsil ve seferber etme gücü, sürekliliği ve politik etkisi açısından bu hedefle arasında büyük mesafeler olduğu doğrudur. Ancak kendi dönemlerinde kitlelerin gündelik mücadeleleri içinde kurulan Sovyetlerin ve Direniş Komitelerinin de ilk başta devrimci iktidar mücadelesi organları olarak tasarlanmadığını, bu politik işleve devrimcilerin müdahalesiyle kavuştuklarını akılda tutmak gerekir. Esas olan halkın “basit” direniş ve örgütlenme eğilimlerinin içindeki “yıkıcı ve kurucu” potansiyelin farkında olmak, bu potansiyeli harekete geçirmeyi görev bilmektir.

Önümüzdeki süreçte devrimciler, yeniden kuruluşu tek tek kadrolar olarak kendi var oluşlarında da ortaya koyacakları özel bir sorumlulukla hareket etmek durumundadır. Gerek kitle ve alan örgütlerinin yeniden düzenlenmesi gerekse nitelikli kitle çalışmalarının çoğaltılması ve geliştirilmesi bu yenilenmeye somutluk kazandıran yeni görevler açığa çıkaracaktır. Yaz sürecinde, ideolojik-politik netleşme ve devrimci siyasetin dönem programının oluşturulması doğrultusunda kolektif tartışmalar, örgütsel düzenlemeler ve yığınaklar planlanacaktır.

Elbette kadroların deneyim ve donanım eksikliğinden sayısal yetersizliklere, yenilgi ve kriz yıllarının yıpratıcı etkilerinden maddi güçlüklere sorunlarımızın farkındayız. Bu sorunları yadsımadan özel gündemler haline getirmemiz gerektiğini ve ancak durağanlığa hapsolmayan, ilerleyen, dinamik bir hareket içinde çözebileceğimizi biliyoruz. Kendimizi, kolektif sorumluluk içinde hareket edip devrimci bir hareket yaratma yolunda örgütleyeceğimiz kitle mücadelelerinde sınamalıyız.

Bu süreçte atılan adımlar önümüzdeki dönem Türkiye halklarının önüne çıkarılacak yeni siyasal çatışmalara sırt çevirmek üzere değil tam da bu siyasal çatışmalarda bağımsız devrimci çizgiyi oluşturma hedefi güdecektir. Gerek iktidar gerek düzen içi muhalefet 28 Mayıs’ın ardından hızla yerel seçim gündemine odaklanmıştır. Ağır bir yıkım ve yoksullaşma ve buna paralel gerici-faşist saldırganlık ile karşı karşıya olan Türkiye halkları bir kez daha düzen siyasetinin çıkmaz sokağına davet edilecektir. Devrimciler düzen içi seçeneklere eklemlenerek ya da siyasal gündeme sırt çevirerek değil, halkın bağımsız politik varlığının ifadesi olarak kurulan meclis tipi örgütlerini birer yerel iktidar organı olarak örgütleyerek bu sürece müdahale etmelidir. Halkı seçmene indirgeyen siyaset biçimine karşı “söz, yetki, karar” hakkı talebiyle, “bizi, taleplerimizi yok sayarak yönetemezsiniz” demelidir. Deprem bölgesinde ve emekçi mahallelerinde yürütülecek hak mücadelelerinin ve meclis tipi örgütlenmelerin politik içeriği merkezi olarak görünürleştirilmeli, hareketin kendisi de bir politik adres olarak örgütlenmelidir.

Bu süreçte ideolojik saldırı yoğunlaşacak dinci gericilik, kadın ve LGBTİ+ düşmanlığı öne çıkacaktır. Doğal olarak eğitim hakkı mücadelesi ve kadın özgürlük mücadelesi kritik bir rol oynayacaktır. Bu gündemler de ayrıksı gündemler olarak değil, kitleler içinde yürütülen hak mücadelelerin ve meclis tipi örgütlenmelerin gündemi olarak işlenmeli, solun geleneksel temas yüzeyinin ötesindeki geniş kitlelere ulaştırılabilmeli, buna uygun bir söylem ve eylem çizgisi geliştirilmelidir.

Direnişçi geleneğimize, halkın direniş eğilimlerine, işçi sınıfının devrimci kapasitesine ve devrimcilikte ısrar eden kadrolarımıza güvenerek, devrimci siyasetin tasfiyesine karşı çıkarak bir yeniden inşa süreci başlattık. Şimdi hem hareketimizin hem de bu iddianın kolektif sorumluluğuyla hareket eden tüm devrimci kadroların yeni sorumluluklar alarak bir adım öne çıkmasının zamanı. Yolumuz açık olsun…

Dipnotlar:

1 Özetle, “en geniş kitle çalışması içinde en dar kadro çalışması”ndan, kitlelerin siyasi eyleme sokulmasını ve siyasi eylemin çeşitliliğini yürütebilecek kalıcı çalışmayı anlıyoruz. Kalıcı çalışma, kitlelerin içinden en ileri unsurların örgütlenmesidir. Bunun metafizik/dogmatik yorumundan kaçınılmalı. Basitçe, kitle içinden kadro devşirmek anlaşılmamalı. Halk hareketinin en ileri eylemi ve hareketin en ileri önderlerinin örgütlenmesi anlaşılmalı. Bahsedilen, kitle hareketinin en ileri önderlerinin, yerel, kısmi, sendikal, ekonomik-demokratik sınırları aşarak kesintisiz devrim ilkesiyle politik harekete girişmesi ve sonuna dek gitmesidir.

2 Bolşevik Devrimi’nin lideri Lenin, 1917 Şubat Devrimi sonrası ortaya çıkan Geçici Hükümet ve Sovyet iktidarının bir arada olmasını tanımlamak için İkili İktidar kavramını ortaya atmıştır. Ortada henüz yıkılmamış bir devlet ve resmi bir iktidar vardır ancak halkın öz örgütlenmeleri de bir iktidar organı gibi hareket etmektedir.