İsyan bastırma rejimi

Bugün sömürge tipi faşizm bir isyan bastırma rejimi olmak zorunda. Sadece patlamış isyanların ve direnişlerin bastırılması değil olası isyanların önlenmesi de rejimin temel görevi. Proleterleşmiş Türkiye toplumunun çelişkilerinin ve özgül politik krizlerinin yönetimi böyle bir rejim değişimini zorunlu kılıyor. Haziran İsyanı (2013) bir dönüm noktasıydı. Küçük isyanların ve mevzi direnişlerin büyük halk ayaklanmalarına varabileceğinin gerçek kanıtıydı. İsyan ve direniş artık toplumsal bir gerçeklikti. Sınıf savaşımları keskinleşmişti. Tarihsel devrimci sınıf ve yeni toplumsal devrimci güçler harekete geçmişti. Politik kitle pasifikasyonunun kırılmasının ve suni dengenin zayıflatılmasının yollarını sınamaya başlamıştı!

Yaklaşan “tehlikeyi” en hızlı kavrayan ve vaziyet alan taraf oligarşi oldu. Geçici bir “ateşkesle” iç çatışmalara (AKP-Gülen cemaati) bir süreliğine ara verip isyan karşısında birliğini sağladı. Köklü devlet geleneklerinden getirdiği deneyimle isyanı bastırdı. Ne var ki sadece isyanı bastırmakla yetinemezdi. Köklü rejim değişimi gerekiyordu. İsyan ve direnişlerin bastırılması, halkın silahsızlandırılması, örgütsüz bırakılması, bir daha isyan edemez, direnmez hale getirilmesi, kitlelerin uyuşturulması, politik kitle pasifikasyonu rejim değişiminin stratejik hedefiydi. İsyan ve direnişlerin kaynaklandığı bütün toplumsal dinamiklerin ezilmesi ve bunun yeni bir rejim biçimiyle kalıcı hale getirilmesi dönüşümün temel doğrultusunu oluşturdu. Suruç-10 Ekim katliamları, 15 Temmuz / OHAL ardışık darbeler süreci, 2017 referandumu ve 2018 cumhurbaşkanı seçimiyle rejim değişimi tamamlandı. Adına “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ya da “başkanlık rejimi” dendi.

Faşizmin yöntem ve taktiklerinde derinleşme

Yeni rejim biçimi, sömürge tipi faşizmin tarihsel gelişiminde ileri bir aşamaya, faşizmin yöntem ve taktiklerinde bir derinleşmeye tekabül etmektedir. Faşizmin temel özelliklerinin başka bir biçim altında daha yüksek düzeyde yeniden üretildiğini görüyoruz. Sömürge tipi faşizm 1980’lere dek ardışık “açık ve gizli faşizm dönemleri” olarak yaşanmıştı. Ancak bugün OHAL-KHK yöntemlerinin Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ve yeniden düzenlenen yasal mevzuat olarak kalıcılaştırılması örneğinde görüldüğü gibi kıvrak-esnek ve iç içe geçme yönelimi söz konusu. Varlığını toptan tehdit eden büyük bir devrimci “tehlikeyle” karşılaşmadığı sürece “terör” ve “demokrasi” unsurlarını birbirini tamamlayacak şekilde eklemleyen bir rejim biçimi “ideal” görünüyor. Bunun için yargıya özel bir rol veriliyor, etkin bir operasyon aracı olarak kullanılıyor. HSYK’den özel mahkemelere yeniden yapılandırılan yargı sistemi faşist şiddetin ve savaşın olağanlaştırılması, meşrulaştırılması ve yasallaştırılmasına hizmet ediyor. “Terörle iltisaklı” ve “düşman ceza hukuku” gibi “hukuksal” açılımlar faşizmin derinleşmesinin ve yetkinleşmesinin en temel göstergelerindendir.

Rejimin dönüşümünü, emperyalizm-neoliberal yeni sömürgecilik, oligarşi, devlet, kontrgerilla, kitle temeli, ideoloji ve gizli-açık icra biçimlerinin yeniden şekillenmesinde izleyebiliriz.

Kapitalizmin küreselleşme derecesine bağlı olarak Türkiye neoliberal yeni sömürge kapitalizminin bütünleşme/eklemlenme derecesinde belirgin bir ilerleme yaşanıyor. Ülkemiz tedarik zincirleri formunda örgütlenen kapitalizmin etkin bir halkasıdır. Küresel operasyonların (kontrgerilla savaşlarının) hizmetine sunulmuş eğit-donat havuzu, askeri-yönetsel-teknolojik donanım yeni rejimin de hizmetindedir. Blacwater, Wagner, SADAT, karapropaganda/kirli savaş medyası, sınır-ötesi savaşçı çeteler aynı faşist mantığın ürünüdür. Dünya sistemindeki hegemonya krizi ve sınır-ötesi savaşlar rejime yeni finans kaynakları için fırsatlar sağlamaktadır. İslamcı/Körfez sermayesi, Rusya-Çin gibi “doğu” ülkeleri bunun en güzel örneklerindendir.

Faşizmin temel görevleri arasında oligarşinin stratejik birliğinin sağlanması vardır. Yeni rejim tekelci ve İslamcı burjuvazinin çıkar çelişkilerini her ikisini de büyütecek şekilde yönetmiş; oligarşinin stratejik (çıkar) birliğini yeniden sağlamış, yeni bir iktidar bloku inşa etmiştir. Tekelci burjuvazi pastadan hâla en büyük payı olmasına karşın, İslamcı burjuvazi de organik (AKP) siyasal partisinin iktidarıyla “yönetici” sınıfa dönüşmüştür. Yaygın ve kapsayıcı finansal sermaye altyapısıyla TÜSİAD zirvedeki yerini korurken, rejimin sınıfsal hiyerarşide yukarı taşıdığı MÜSİAD, kamusal ihaleler, inşaat, enerji vurgunlarıyla rejimin “zinde gücü” haline gelmiştir. Ayrıca yaygın ucuz/güvencesiz emek kullanımıyla toplumsal yaşamın hücrelerine giren İslamcı sermaye, vakıf, cemaat, dernek gibi yerel örgütlenme ağlarıyla kuvvetli bir emek-denetim aracıdır. Ancak iki sermaye fraksiyonu arasındaki gerilimlerin ya da farklılıkların “laiklik-dinci gericilik” çatışmasından kaynaklandığını düşünmek doğru olmaz. Eskiden beri tüm gerici kontrgerilla katliamlarının arkasında duran tekelci burjuvazi, yaklaşan yeni devrimci dalga tehlikesi karşında dini yeniden silahlandırma yoluna gitmiştir.

Yeni rejimde devletinin “kapitalist sınıf yetiştirme”geleneği, çok ileri bir aşamaya taşınmıştır. Devletin yönetsel-siyasal bir aygıt olarak “görece özerkliği” bugüne özgü biçimde hala korunmakla birlikte, bürokrat-sermayedar-siyasetçi ilişkilerinde bir iç içe geçme, kaynaşma, birbirine dönüşme gözleniyor. Yüksek bürokratlar, düzen partilerinin-paramiliter çetelerin yönetici eliti “kolektif kapitalist sınıfın” bir parçasına dönüşmüş durumda. Devlet gücünün merkezileşmesi ve yoğunlaşmasının vardığı nokta “Cumhurbaşkanlığı yönetim aygıtının” iktidar çekirdeğine dönüşmesidir. Devlet hiyerarşisinde cumhurbaşkanı (Erdoğan), tüm devlet aygıtlarını, kurum ve yapılarını kendine bağlayarak zirveye yerleşmiştir. Artık oligarşinin çok-parçalı, çelişkili siyasi temsili “tek adam”ın elindedir. Böylece devlet şiddeti, “Kürt savaşı” deneyimi ve neoliberal toplumsal çelişkilerin, sınıf savaşlarının gereğince yetkinleşmiş, toplumsallaşmış, “toplumsal savaş” biçimine bürünmüştür. (Devrim, sayı 2) Devletin şiddet ve ideolojik aygıtları bunun gereğince köklü dönüşümler geçirmiştir. Cumhurbaşkanı hukuksal olarak tek karar vericidir. Yine de buna “tek adam yönetimi” denemez. Cumhurbaşkanlığı ittifaklar ve özel siyasal ekipler biçiminde organize olmuş oligarşik yapının hukuksal karar organıdır. Varlık Fonu, TMSF ve Savunma Sanayi Başkanlığı’nın Cumhurbaşkanlığına bağlanmasıyla kamu idarelerinin mali kaynakları, tüm devlet şirketlerinin yönetimi Cumhurbaşkanlığına geçmiştir. Artık “çökme” sadece küçük faşist mafya çetelerinin bir yöntemi değil, bir sermaye el değiştirme aracı olarak merkezi devlet yöntemidir.

Devletin “asker merkezli” yapılanmasına son verilmiş, TSK Milli Savunma Bakanlığı üzerinden Cumhurbaşkanlığına bağlanmıştır. Doğrudan cumhurbaşkanlığına bağlanarak devlet yapısındaki konumu yükselen MİT, ülke içinde, yurt dışında ve sınır-ötesi savaşlarda istihbarat, silah kullanma ve operasyon yetkisiyle en etkili şiddet aygıtı durumuna gelmiştir. Dahası operasyonlarda paramiliter çeteleri etkin kullanması, kontrgerillanın ve faşist şiddetin meşrulaşmasının önünü açmıştır. Polisin yetkilerinin daha da artması, JÖH-PÖH gibi özel polis teşkilatlarının kurulması, jandarmanın polisleştirilmesi ve polisi tamamlayan bekçilerle birlikte iktidarın gücü toplumun kılcal damarlarına dek genişletilmiştir. Özel savaş örgütlerinden paramiliter çetelere, yeraltı ekonomisinden İslamcı tarikat ve cemaatlere, mafya çetelerinden sınır-ötesi savaş ağlarına kontrgerilla yapılanması genişlemiştir. Resmi şiddet aygıtlarının uzantısı olarak teşkilatlandırılan SADAT, Sultan Murat Tugayları, Esedullah Timleri, mafya çeteleri, Halk Özel Hareket yapılanmalarla gibi paramiliter çeteler, iktidarın devraldığı kontrgerilla yapılanmasını çeşitlendirmiş, derinleştirmiş ve alenileştirmiştir. Uluslararası kontrgerilla-devlet-sermaye yapılanması, İslamcı-Körfez sermayesi, sınır-ötesi savaş ve yeraltı ekonomisinden gelen yeni finansal kayakları da iktidarın hizmetine sokmuştur.

Cumhurbaşkanlığına bağlanan Diyanet, yüz bini aşan personeliyle “İslamcı faşizmin” temel yönelimlerine uygun olarak iç hiyerarşide ve iktidarın operasyonlarına öne çıkmıştır. Eğitimden sağlığa, medyadan uluslararası operasyonlara, dinsel yaşamdan kadın-aile-özel yaşama tüm toplumsal yaşama nüfuz eden bir yeniden dinselleştirme özel aygıtıdır. Laikliğin en yumuşak savunularının bile direnci kırılmıştır. Tıpkı Diyanet gibi Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı da yüksek düzeyde bir operasyon aygıtı olarak işlemektedir. Medyanın kurucu desteği olmadan yeni rejimini inşası düşünülemezdi. Medya iktidarın tekeline alınmış, faşizmin bir propaganda aracı gibi çalışmaya başlamış, doğrudan operasyonel bir polis/yargı aracı gibi kullanılır olmuştur. Sosyal medya ise rejimin kontrol altında tutmaya çalıştığı bir çatışma alanıdır.

OHAL KHK’lerinin ardından doğrudan üniversite yönetimleri “muhalif” öğretim üyesi ve öğrencilere yönelik de benzer polis ve yargı işlevi üstenmişti. Ancak pandemi ve depremler, üniversiteye yönelik daha kökten bir afet yönetimi fırsatı ortaya çıkardı: Üniversiteyi sürekli kapalı tutarak yönetmek yeni rejimin genel pratiği haline geldi. Böylece rejim üniversitenin bilimsel-toplumsal-politik varlığından ve gençliğin kolektif devrimci eyleminden kurtulmuş oluyor. Dahası faşist odaklarca özel bir yöntem olarak tertiplenen aydın-sanatçı-yazarlara yönelik linç girişimi, tutuklama gibi seçici saldırılar kitle pasifikasyonu ortamını besliyor.

İdeolojik silahlar olmadan bir isyan bastırma rejimi düşünülemez. Türk-İslam sentezine dayalı resmi ideoloji İslamcı motiflerle yeniden üretilmiş, Neo-Osmanlıcılık öne çıkmış, laiklik düşmanlığı hegemonik hale getirilmiştir. Geleneksel Kürt-komünist-Alevi-emek düşmanlığına, isyan ve direnişlerin temelini oluşturan yeni toplumsal güçler de eklenmiştir. Özellikle göçmen düşmanlığını besleyen yeni ırkçılık akımları yükselişe geçmiştir. Yeni rejimin toplumsal birlik temelini güçlendirme yönelik “kutsal aile” savunusu için özel bir kadın / LGBTİ+ düşmanlığı körüklenmektedir.

Kimi operasyonlarda kullanılan “faşist çeteleşmeler” hariç, bugün için örgütlü-tırmandırılan bir “sivil faşist kitle hareketi” tercih edilmiyor. Yine de Ankara-Altındağ’da göçmenlere saldırı örneğinde görüldüğü gibi, “organize linç topluluklarının” saldırganlığının özel olarak ciddiye alınması gerekir. Kaldı ki seçim sisteminin bir parçası olarak rejimin meşruiyetini yeniden ürettiği toplumsal temelde bir genişleme gözleniyor. Cinsiyetçi-ırkçı-gerici-faşist fikirleri ve iktidar pratiklerini sürekli yeniden onaylayan bir toplumsal temel bu. “Cumhur İttifakı” çatısı altında geniş bir İslamcı-faşist toplumsal temel oluşturan sömürge tipi faşizm, devrimci hareketin zayıf noktalarını gösterdiği gibi, aynı zamanda faşizme karşı mücadelenin örgütlenme yöntemlerinden birini de göstermektedir.

Faşizmin kırılganlığı

Yeni rejim sömürge tipi faşizmin derinleşmesi ve yetkinleşmesinde bir ileri düzey yarattığı gibi, oluşumu gereği, faşist güç odaklarında bir artış, iç çelişkilerinde bir çoğalma ve şiddetlenme de ortaya çıkarmıştır. Kontrgerilla hiziplerinin videolu ifşaatları, siyasi cinayetler, silahlı çatışmalar artık sırdan “devlet olayları” arasındadır. Ancak bunu kendiliğinden bir zayıflama ve çöküş işareti olarak değerlendirmek, faşizme karşı mücadele ve örgütlenme taktiklerinin belirlenmesinde yanıltıcı olacaktır. Faşizmin gelişimi açısından üretken bir parçalanmadır bu. Örneğin 15 Temmuz “askeri darbe” girişiminin bastırılmasının ardından OHAL-KHK ile organize edilen bir “sivil darbe” rejime bugünkü yetkin biçimini kazandırmıştır. Devlet içindeki çelişkiler, aşağıdan devrimci bir müdahale olmadığı taktirde, devletin dinamizmini artırmaktadır. Bu durum devletin güçlü ve yenilmez olduğu anlamına gelmiyor. Tersine isyan ve direnişler bastırılmadan rejimin yeniden inşa edilemeyeceği, kendini onaramayacağı, ayakta kalmayacağı anlamına geliyor. İşte gerçek kırılganlık burada, faşizmle gerçek karşılaşmada. Kırılganlığı artıran aşağıdan isyancı çıkışlardır. Devlet şiddetinin yılgınlığı, kredi-borç prangaları, nispi refah konformizmi, sandık-seçmen uyuşukluğu bu çıkışlarla sarsılıp politik kitle pasifikasyonu kırılabilir. Rejim inşası ancak güçlü devrimci kitle hareketleriyle çökertilebilir. Faşizme karşı mücadelenin anahtarı da “öncü savaşının” çağımıza özgü yeni yollarını açarak politik kitle pasifikasyonunun (suni denge) kırılmasında saklıdır.