‘Cesaret isteyen devrimci eşitleyici’

Sanki küre çapında tek bir devrim aynı anda patlak veriyor. Her türden insan şartlarını tümüyle anlasın diye farklı dillerden sesleniyor. Aralarındaki benzerlik rastlantı değil. Tarihsel olarak olgunlaşmış bir toplumsal devrimden besleniyor ama farklı renkte çiçekler açıyor. Sanki görünmez bir devrim felsefesinin kurmaylığında mükemmel bir uyumla hareket ediyor da düşmanı yanıltmak için, taktik icabı, dağınıkmış gibi gösteriyor kendini.

İsyanlar isyanları izler

İkizdere’de bir ağaç dalı kırılsa, Şili’de devrimci bir fırtına kopuyor. Yükselen isyanın haklı gururuyla, neoliberalizmi doğduğu topraklara gömme sözü veriyor Şilili devrimciler. Güney Çin’de bir otomobil işçisi intihar etse, Minnesota sokakları altüst oluyor. Sonunda bunu da gördük: ABD sokaklarında “tek yol devrim” sloganı atıldı. “Bu bir sınıf savaşımıdır” diyen siyah isyancılar, sokakları George Floyd’un katillerine dar etti. Siyahla kızıl, ırkla sınıf iç içe geçti. Pandeminin ölümcül çalışma koşullarına karşı Türkiye’de ilk direniş, İbni Sina sağlık işçileri ve İstanbul enerji işçilerinden geldi. O gün bugündür motivasyonunu yitirmeyen sağlık proletaryası, “kendisi için sınıfa” güçlü bir hatırlatma dozu yaptı. Kapı kapı sayaçların okunmasına direnen enerji işçileri, “Bolivya su ve gaz isyanlarını” hiç duymamışlardı ama tıpkı onlar gibi bir kentin, bir halkın temel hakları için de direndiler. Sömürünün, güvencesizliğin en ağır günlerinde özel sektör öğretmenlerini sendikasız bırakmayan devrimci öğretmenler, en zor, en beklenmedik örgütlenmeyi başardılar.

Bütün ezilen kadınlar “Feminist Devrim”in güvencesi altında. Nerede olursa olsun, patriyarkal kapitalizme tek bir kayıp bile vermemeye kararlı. Grev gibi son derece geleneksel bir sendikal eyleme, feminist (grev) bir içerik kazandırarak mükemmel bir buluşmanın örneğini veriyor. Nihayet cinsiyet eşitliği çokrenkli öznelerine kavuştu; lgbt+ olmadan tek bir isyan bile düşünemiyoruz artık. İnsanla doğanın stratejik buluşmasını temsil eden ekolojik devrimci güçler, emeğin ve doğanın çifte yabancılaşmasını aşacak özgürlük anahtarını taşıyor. Bir köylü kadın düşünün ki “derelerin denizlere özgürce akmasını” savunuyor. Hem de suyun yönünü azıcık kendi tarlasına çevirdi diye onlarca nesli kan davasına kurban veren topraklarda. “Üç beş ağaçtan” görkemli isyanlara, çevreci duyarlılıktan ekolojik Leninizme giden yol epey kısaldı. Emperyalizmi, tekelleri, ekolojik sömürgeciliği, kontrgerilla çetelerini hiç sakınmadan karşısına alıyor. “Devlet nedir, kimidir da!” ünlemesiyle jandarmaya kafa tutan Havva Ana’daki “komünist sönümlenme” meylini, nice anarşist, nice komünist gıptayla izledik. Devrimci Gençliği, tarihsel olarak militan enerjisi, yenilikçi eylemi ve düşünsel parıltısıyla her daim mevzide görüp övünür, örnek alırız. Ancak bu sefer daha genişleyen bir devrimci kapasitenin üzerinde hareket ediyor. Kürenin neresine giderseniz gidin, isyanların özel olarak, faşizme/devlete karşı bir direniş hareketi olarak da örgütlenmediğinde asla başarı kazanamadığını görürsünüz.

Filmlerde kahramanın dönüşüp kendi kaderin eline aldığı özneleşme anını defalarca seyretsek bıkmayız. Bir sihir, bir mucize gibi görünür devrimci dönüşüm. Irkçı-şoven-cinsiyetçi-türcü tahakkümün sürekli parçalayıcı taarruzu altında, yakınlaşma, birbirinden beslenme, karşıtına dönüşme bir mucize gibi görünüyor. İşte hareketin en gelişmiş biçimleri bu eğilimler içinde ortaya çıkıyor. Tarih, bu eğilimleri, bir kesintisizlik ve tarihsel bütünlük somutunda yakaladığımızda başarılı olabileceğimizin dersleriyle dolu.

Özgürlük bayrağı elden ele

Tarihin hangi karanlık köşesine gitseniz, orayı aydınlatan bir yoldaşlık “komitesi” mutlaka bulunur. Ancak hiçbiri, Mahir’le Ulaş’ın efsanevi kucaklaşmasının bizde yarattığı sonsuz kararlılık ve yoldaşlık duygusunun yanına bile yaklaşamaz. Faşizmin karanlığını iç savaş yoldaşlığıyla aydınlatıp sosyalizmi devrimci bir halk gerçekliği olarak örgütleyenlerin başarısı karşısında, coşkuya kapılıp, “Anadolu Rönesansı” diyenler bile oldu. Hak mücadelesi temelli yoldaşlık tarzıysa, neoliberalizme karşı ilk isyan ve direnişlerin “mucizesidir”. Devrim’e, devrimci proletaryaya inançların yitirildiği geçici bir karartma anında, kararlı bir devrimcilik tarzı çıkardı ortaya. Bugün can havliyle saldırganlığını en uç noktalara taşıyan kapitalizme karşı son isyan ve direnişlerin örgütlenmesinde, devrimci geleneğin, mirasın ve deneyimin gücünü hep yanımızda hissediyoruz. Kayıplarımızın, kayıp kuşaklarımızın ve yeni çatışmanın gereklerinin bilincindeyiz. Yeni bir dünya kurulurken, bizi, kendi kaderinin öznesi olmaktan çıkarıp sürekli bir mağduriyet kimliğine çekilmeye zorlayan “karşıdevrim kültürüne” karşı hep tetikteyiz. Neoliberalizme karşı ilk isyan ve direnişler geri çekilirken derin yaralar alan yoldaşça güven ilişkilerimiz, büyük bir sınavla karşı karşıya. Biliyoruz, kapitalizmin son çırpınışı fayda etmeyecek: “katı olan her şey -yine- buharlaşacak!”

Yeni yoldaşlık çiçekleri filizlenir

Bireyselliğin en üstün değer kabul edildiği burjuva toplumundan yoldaşlık sayesinde kopabiliyoruz. Eşitsizliğe karşı en uzun tarihsel savaşımızda yine ona güveniyoruz. “Yoldaşlık cesaret isteyen devrimci bir eşitleyicidir.” Kapitalist, patriyarkal, ırkçı, türcü buyrukların katı tahakküm ilişkileri buharlaşıp gidiyor burada. “Sermayenin, devletin, tarikatın, pazarın cinsiyete, ırka, sınıfa dayalı kimlikleri paramparça oluyor.” “Başkan”, “şef”, “birader”, “hocam”, “abi/abla”, “kanka”, “canım/gülüm” hitaplarının temsil ettiği binlerce yıllık tahakküm kültürü hükmünü yitiriyor. Yepyeni insan ilişkilerini, yepyeni politik ilişkileri, komünizme yürüyen insanlığın geleceğini, yoldaşlarımızın eliyle kavrıyoruz.

Yeni yoldaşlık hukukunu, direnişin en ileri biçimlerinden damıtıp özümlüyoruz. Eskilerin ateşini kendi ateşimize katıyoruz. “Eskilik” ve “yenilik”, daha yüksek bir yoldaşlık kültürünün içinde misyonunu tamamlıyor, anlamını yitirip sönümleniyor. Yoldaşlık baki kalıyor.

Alnımız açık, başımız dik, “sayımızın azlığına ve düşmanın çokluğuna bakmadan, usanmadan” bu sonsuz kavganın içindeki mütevazı yerimizi aldık. Ancak içimizde fırtınalar kopuyor. En zor kavgamız kendimizle. En ileri eğilimlerimizi yakalayarak “mucizevi” bir dönüşümle geleceğin yoldaşlığını inşa etmek en büyük eserimiz olacak. Sokağın ustalarının, gündelik hayatın politikleştirilmesinde ve “içinde devrim çekirdekleri olan mücadeleleri politik iktidar mücadelesine taşıyacak atılımları” yapmada ne denli de acemi olduğunu derin bir iç-sıkıntısıyla deneyimledik. Neyse ki direnişin öncü deneyimleri bu noktada da yanımızda, en büyük yardımcımız. Proleter-genç-feminist-ekolojik özneler, devrimci deneyimle sentezledikleri kendi çözümlerini, devrimci mücadeleye, toplumsal yeniden inşaya ve yeni kadro kuşağının inşasına taşıdıkça yeni alanlar açılıyor. Örneğin “özel olanı politikleştirme” deneyimleriyle feminist öncülük en yüreklendirici ilham kaynağımız. Çevre, yakın arkadaşlık, sevgililik, aile ve çalışma ilişkilerimizi politikleştirerek kendimizi, ilişkilerimizi, mücadeleyi örgütlüyoruz. Devrimci yaşamın ve yeni bir yoldaşlık hukukunun kuruluşu, ancak yaşamın bütün alanlarının politikleştirilmesiyle bir bütünlük içinde mümkün oluyor.

Mahir’le Ulaşın efsanevi kucaklaşması, devrimci çekirdeklerle, isyan ve direnişin öncülerinin organik birliğinde yeni bir filiz veriyor. Genç-proleter-feminist-ekolojik özellikleriyle yeni filizler veren devrimci bir kuşak, gücünü ve ilhamını, köklü devrimci geleneklerden, isyan ve direnişlerin “öncü” deneyimlerinden ve gelecekten alıyor. O denli direngen ki bir gün mutlaka, bütün gövdesiyle ve devrim fikriyle, düzenle-karşı devrimle açıkça karşı karşıya gelen müfrezeler de verecek.