‘Kendi işinin patronu ol’ diye diye işçileştirildik

Yılın ilk günlerinde rengârenk sokaklara uyandık. Kuryelerin direnişleri kışla gelen beyaz sokakları pembe, mor, turuncuya bezedi. Neoliberal kapitalist sistemin, yeni metalar, yeni coğrafyalar ve piyasalar dahil ettiği sömürü çarkı, bu rengarenk direnişe giden yolda sömürü basamaklarını tek tek örmüştü. Sanayileşme ile birlikte ortaya çıkan bant tipi üretimde, makinanın bir parçası gibi çalışması öngörülen, yeteneklerinden, kişiliğinden ve vasıflarından azade bir işçilik biçimi üretilirken, market alışverişinden sağlık hizmetlerine hemen her ihtiyacın metalaşması ile birlikte başka bir aşamaya geçti.

Nedir bu platform ekonomi modeli?

Makinanın dişlileri ile aynı muameleye tabi tutulan işçi, tarihsel süreçte mücadele ederek kazandığı haklarını budayan yeni bir çalışma rejimi ile karşı karşıya kaldı. Toplumda esnaf kurye/doktor/hemşire olarak bildiğimiz, bu yazıda da platform ekonomileri olarak ele alacağımız yeni çalışma rejimi ile işçi, hukuken işçi olmanın getirdiği avantajları kaybetmeye başladı.

İşçinin işverenle yaptığı sözleşmeden doğan haklar, çalışana şirket kurdurarak yapılan hizmet alım sözleşmeleri ile ortadan kalkıyor. Sosyal güvence, işçi sağlığı ve güvenliği gibi sorumluluklar çalışanın sırtına yükleniyor. Günümüzde en çok dijital platformlar ile karşımıza çıkmasından dolayı da platform ekonomileri olarak adlandırılıyor.

Madalyonun iki yüzü

Platform ekonomileri, işçi ve işveren için farklı anlamlar taşıyor. Çalışan için esnek zamanlı çalışma, kendi işinin patronu olma, kendi hesabına çalışma, işveren için ise kuralsız ve güvencesiz çalıştırma, işçiyi yalnızca tek bir iş için kiralayabilme anlamlarına geliyor.

Günümüzde bu platformlar çoğunlukla iki biçimde karşımıza çıkıyor: son kullanıcının aldığı hizmet sonucunda ortaya çıkan durumda (Geç teslimat, yanlış ürün veya hizmetten duyulan memnuniyet) muhatabın doğrudan platformun kendisinin olduğu organizasyonlar (Getir, Yemeksepeti vb.) ya da yazılım, çeviri vb. mekâna bağlı olmayan işlerde profesyonel meslek sahibi için ilan verme aracı olan platformlar (freelancer, bionluk vb.).

Ancak her iki platform biçimi de benzer özelliklere sahip. Bu model ile faaliyet yürüten şirketler, çalışanları bireysel sözleşmelerle istihdam ederek bir taraftan tam istihdam ya da hayat boyu istihdamın maliyetinden kurtulmuş oluyor, diğer yandan da toplu pazarlık gücünün önüne geçmiş oluyor.

‘Mülkümüz’ ile birlikte işçileştirildik

İşçileştirme dalgasının sınırlarına dayanması ile birlikte kapitalizmin bu yeni aşamasında platform ekonomileri ortaya çıktı. Burada klasik işçileştirme süreçlerinden farklı olarak, kişi “mülkü” ile birlikte işçileşti. Airbnb evi olanı otel işletmecisi, Uber arabası olanı taksi şoförü haline getirdi; profesyonel mesleği olanlar, zanaat sahipleri ise esnek ve güvencesiz olarak kiralandı.

Bu platformlar patron baskısı ve mobbingden kaçmak isteyen, işi üzerinde söz hakkı talep eden çalışanlara “kendi işinin patronu ol” sloganı ile pazarlandı. Ancak durum hiç de öyle olmadı. Neredeyse 24 saat çalışmaya hazır beklenen, ödenmeyen ücretin çok fazla olduğu bir çalışma rejimi ortaya çıktı.

Baskıdan kaçarak “kendi işini” kuran çalışanlar daha büyük baskı ile karşılaştı. Puanlama sistemleri ile yemek götürdüğü müşteriden puan dilenmek zorunda bırakıldı, profesyonel mesleği için ilan açtığı platformlarda kendisi ile aynı işi yapan, aynı sorunları yaşayan, binlerce kilometre uzaklıkta, yüzünü dahi göremeyeceği sınıftaşıyla rekabet etmek zorunda bırakıldı. Arabasıyla, motosikletiyle “özgürce” yapacağını düşündüğü işine başlarken, firmanın logosunu arabasına, motosikletine yapıştıran, platformun ayaklı reklam panosu haline geldi. Bir uygulamadan emir alırken, maaş, sigorta, işçi güvenliği haklarından mahrum kaldı.

Tercih mi yoksa zorunluluk mu?

Emekçilere çeşitli vaatlerle pazarlanan bu model ile çalışan platformlar, pandemi ile birlikte hizmet alanlar için de vazgeçilmez bir hale geldi. Ekonomik maliyet, zaman ve emek maliyeti açısından hizmet alan için çok sayıda olanak ortaya çıkardı. İşte bu yüzden kamuoyu, Yemek Sepeti işçilerinin boykot çağrısına karşılık verse de bunu uzun süre devam ettiremedi. Çünkü pandemide hızlı ve sert bir dönüşüme tabi tutulan gündelik hayat, artık geriye dönüşü ya da kendimizi izole etmemizi mümkün kılmayacak biçimde bu platformlara göre kurgulanıyor.

Platformlar tekelleşiyor

Yukarıda bahsedilen platformların neredeyse tamamı ortaya çıktıklarında girişim sermayesi ile kurulmuş, finansal olarak tekelci sermaye ile mücadele edemeyecek platformlardı. Birçoğu şu anda sahip olduğu pazar payını yatırımcılarının fonları sayesinde kendi tekellerini kurarak elde ettiler ya da sektördeki diğer tekeller tarafından satın alındılar. Yatırımcıların hemen kâr etme amaçlarına hizmet etmek için de bulunduğu alanda sömürünün en yüksek noktasına çıkmak durumunda bırakıldılar.

Örgütlenme

Patron ve yönetici altında çalışma zorunluluğunu ortadan kaldırmayı vadeden, sabit ücretle değil çalışanın kendi gelirini “kendisinin belirleyebildiği” kural dışı bir geçim aracı olarak ortaya çıkan bu model vadettiğini vermekten çok uzakta. ILO tarafından platformlar üzerinde yapılan bir araştırmaya göre, işin yapılışı sırasında ortaya çıkan giderler (yakıt, sosyal güvence vb.) düşüldükten sonra bulunduğu ülkenin asgari ücretini sağlayabilen çok az platform mevcut.

Bu noktada bu model ile çalışan işçilerin örgütlenmesi hayati bir gereklilik. Yine bu yılın başında ortaya çıkan direnişlerde deneyimlediğimiz üzere, işçiler aynı çalıştıkları gibi platformlar üzerinden örgütleniyor, iletişim kuruyor, basın açıklaması yazıyor, çağrı yapıyorlar.

Ancak bu birliktelikler güvencesizliğin yapısal olduğu koşullarda doğrudan ekonomik talepler üzerinde yoğunlaşıyor, mücadelenin kazanım ya da yenilgi ile sonuçlanması noktasında dağılıyor ya da işlevini yitiriyor. Yasal statü talebi gibi mücadele başlıkları ise ekonomik mücadelenin gerisinde kalıyor.

Uluslararası tekel konumunda olan platformlar kendi içlerinde birlikte hareket etme biçimleri geliştirirken, işçilerin mücadele örgütleri olan sendikalar uluslararası dayanışma kanallarını henüz kullanamıyor. Kurumsal sendikaların, geleneksel araçları çalışanı örgütleme noktasında gerekli esnekliği ve uyumu ortaya çıkaramıyor.

Bu noktada ikili bir direniş çizgisi izlemek gerekiyor. Bir yandan geleneksel mücadele örgütlerinin sınırlarına takılmadan, bu model ile çalışan işçilerin ortak pazarlık gücünü ortaya çıkarması, platformun elde ettiği gelirden aldıkları payın artırılması için ortak hareket edecekleri fiili zeminler oluşturulmalı. Öte yandan taşerondan daha aşağıda olan bu modelin, biz işçilerin elinden aldığı işçilik hakları için hukuk zemininde yasal statü, taban ücret gibi konularda mücadele etmek de elzem. Platform ekonomileri, güvencesizliğe karşı mücadelenin yeni evresinde en kritik çatışma alanlarından biri olacak.