Sömürge Tipi Faşizmin 4. Bunalım Dönemine Uyarlanması ve Yapısal Krizin Doğuşu

Türkiye’nin Sömürge Tipi Faşizminin 4. Bunalım Dönemine uyarlanmasının genel çerçevesini belirleyen belli başlı üç büyük tarihsel koşuldur. Bunlardan birincisi neoliberal yeni sömürge kapitalizminin inşasına ilişkin gereksinimlerdir. İkincisi 1984’de patlak veren Kürt İsyanıdır. Üçüncüsü ise 1992’de SSCB ve Doğu Avrupa’da kapitalizme geri dönüş süreçlerinin tamamlanmasıdır.

Emperyalizmin 4. Bunalım Döneminin en temel unsurlarından biri, Yeni Sömürgecilik ilişkilerinin, “Neoliberal Yeni Sömürgecilik Programları” temelinde yeniden yapılandırılmasıdır.2 Türkiye’de bu süreç 24 Ocak 1980 kararlarıyla açıldı ve 12 Eylül faşizmiyle “geri dönülmez” bir biçimde ilerletilmeye başlandı.

1983’deki “kontrollü sivil yönetim”e geçiş, kontrgerilla sisteminin, faşist cuntanın güvenliğini sağlamaya ve neoliberal yeni sömürgecilik politikalarının ilerleyişine karşı toplumsal tepkiyi önlemeye yönelik bir genişlemesi ve tahkimatıyla gerçekleşti. Açık faşizmden gizli faşizme geçiş, kontrgerillanın örtük (gizli değil) ama devletin “kılcal damarlarına” kadar uzanan yaygın denetimine dönüştü. Bu denetim, toplumsal alanı “devletin toplumu”na dönüştürmeyi hedefleyen genel bir kontrol ideolojisi ve pratiğiyle tamamlanmaya yöneldi. “Ayaklanmayı bastırma” amacıyla izah edilen “kontr-terör” eylemleriyle tanımlı kontrgerilla yapısı, “ayaklanmayı önleme” amacıyla izah edilen bir faşist denetim sisteminin de merkezi haline geldi.

Kontrgerillanın açık ve doğrudan bir biçimde devlet yönetimine el koyduğu 12 Eylül açık faşizmi sırasında Özel Harp Dairesine (ÖHD) bağlı olarak, ABD’de özel savaş eğitiminden geçirilmiş bir kadroyla  “Özel Birlikler Komutanlığı” oluşturuldu.3 DGM’lerin (1984) ve Terörle Mücadele Dairesinin (TEM) (1985) kuruluşuyla birlikte kontrgerillanın adliye ve polis üzerindeki denetimine açık kurumsal temel kazandırıldı. ASALA’nın 1982’deki Esenboğa Havaalanı baskınından sonra polis örgütü içerisinden seçilen kadrolara “Özel Harekat” eğitimi verilmeye başlandı.4 1982 Anayasası’ndan başlayarak çıkarılan yasalar, operasyonlar ve uygulamalarla kontrgerillanın “sivil unsuru”, üniversiteden sendikal hayata, basından mafyaya, tarikatlara kadar uzanan bir alana egemen hale getirildi.5 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin “sivil yönetime geçiş” anında6, kronik bir uluslararası ilişkiler krizi yaratma pahasına ilan edilmesinde, genişleyen kontrgerillanın finansmanı ve lojistik temelinin güvence altına alınması ihtiyacı belirleyici önemdeydi. Kontrgerillanın paramiliter-sivil unsurunun (12 Eylül’de MHP’li faşist militanların bir kısmının tarafsızlık görüntüsü sağlamak amacıyla feda edilmesi nedeniyle) ülke içinde daralan hareket alanı, “ASALA’ya karşı mücadele” ve Afganistan’daki Sovyet işgaline karşı “ABD güdümlü cihat” üzerinden ülke dışında genişletildi.

Kontrgerillanın bu çok yönlü genişlemesi, kontrollü sivil yönetime geçişin hemen ardından, 1984’te patlak veren “Kürt İsyanı”yla pekişti ve yeni unsur ve doğrultular kazandı. Kontrgerillanın Kürt İsyanı’nı bastırmak üzere reorganizasyonu, sistemin kurucusu ABD ve İngiltere’deki merkezlerle birlikte gerçekleştirildi.

Bu reorganizasyon kapsamında öncelikle Polis Özel Tim kadrosu genişletildi ve eğitim Özel Birlikler Komutanlığı üzerinden Gölbaşı’nda oluşturulan eğitim alanında verilmeye başlandı.7 Paramiliter-sivil unsurun ülke içindeki yapılanması yeni bir genişleme devresine girdi. 1985’te “Koruculuk Sistemi”nin kurulması ve Hizbullah’ın “devşirilmesi” kararı, JİTEM’in kurulması ve eski faşist militanların ve itirafçıların TEM ve JİTEM bünyesinde istihdamı, kontrgerillanın paramiliter-sivil unsurunu eskisinden çok daha geniş bir siyasi ölçeğe yaydı. Yine bu dönemde Gülen Cemaati’nin eğitim sistemi, bürokrasi ve toplumsal dayanışma gereksinimi alanlarını içine alan bir projeyle devlet (muhtemelen başlangıçtan itibaren + CIA) destekli örgütlenmesi sahneye girdi. Kontrgerillanın bu siyasi genişlemesi daha sonra kontrgerilla ile temsili siyaset arasındaki ilişkilere de yansıdı.

Kontrgerilla egemenliğinin devlet ve toplum yaşamındaki bu genişlemesi Neoliberal yeni sömürgecilik politikalarının 1984-2001 arası ilk dönemini belirleyen “deregülasyon”8 politikasının yürütülebilmesi açısından elverişli bir pratik siyasi zemin oluşturuyordu. Bu nedenle emperyalist merkezler ve yerli tekelci sermayenin etkin desteği ve yönlendirmesi altında gerçekleştirildi.

Bu dönem dünyanın her yanında “demokrasiye geçiş” adı altında yeni sömürge devletlerinin neoliberal yeni sömürgecilik programlarına uyumlulaştırılması süreçleri yaşandı. Emperyalist merkez, yerli oligarşi ve eski devlet iktidarı arasındaki uzlaşmanın güçlü olduğu ülkelerde kontrgerillanın merkezinde olduğu devlet işleyişi korundu (Meksika, Şili, Peru, Türkiye). İşçi sınıfının ve halkın neoliberal saldırganlığa ve faşizme karşı kitlesel başkaldırıları bu süreçlerin demokratik içeriğini genişletti (Arjantin, Brezilya, Uruguay, Bolivya). Dünyanın hiçbir yerinde yeni sömürge ülkelerde neoliberal politikalara geçiş sömürge tipi faşizmin çözülmesi yönünde dolaysız bir etken olmadı.

Reel Sosyalizm’in yıkılışı, Gladio Operasyonları ve Türkiye Kontrgerillası

SSCB ve Doğu Avrupa ülkelerinde karşı devrim hareketi 1987’de başladı ve 1992’de SSCB’nin dağıtılmasıyla tamamlandı. Varşova Paktının çözülmesi geri dönülmez bir biçimde sürerken, Avrupa’nın batısında “Gladio” operasyonu başladı. İtalya’da sürüncemede olan Gladio soruşturmasının önü “tesadüfen” 1990’da açıldı. Doğu Avrupa karşı devrimleri ile birlikte komünizmin Batı Avrupa’da iktidara gelme tehlikesinin “uluslararası kaynağı” etkisiz hale gelmişti. Batı Avrupa’da komünistlerin iktidara gelme tehlikesini, sabotajlar, suikastler, komplolar, manipülasyonlarla durdurmak üzere oluşturulan gizli faşist terör örgütlerinin kendileri bir tehdite dönüşmeden tasfiye edilmeleri gerekiyordu.9 Ancak uluslararası kontrgerilla ağınının yeni sömürge ülkelerdeki birimleri, dünyanın hiçbir yerinde10 dağıtılmadı. Ayrıca Türkiye’nin jeostratejik konumunun ve Türkiye kontrgerillasının kökleri soğuk savaş öncesine dayanan ilişki ağlarının, Reel Sosyalizm bölgesine yönelik emperyalist sömürgecilik faaliyetleri açısından elde tutulması da gözetilmiş olmalıdır.

28 Şubat Darbesinin en önemli sonucu, bu iktidar mücadelesinin dengelerini değiştirmek ve kontrgerilla sistemini yeniden TSK merkezli hale getiren kapsamlı düzenlemeler yapmak oldu

Bütün NATO ülkelerinde kontrgerilla soruşturmaları yapılırken, Türkiye kontrgerillası “altın çağını” yaşıyor, tam bir “cezasızlık” koruması altında Türkiye tarihinin en kirli savaşlarından birini yürütüyordu.

Kirli Savaş, Kürdistan’la ve Kürt isyanıyla sınırlı değildi, Türkiye’nin batısındaki devrimci muhalefeti de kapsıyordu. Bu süreçte kontrgerillanın polis örgütü içindeki organizasyonu Terörle Mücadele Şubesi (TEM) ve “Özel Harekat Daire Başkanlığı”nda toparlandı.  TEM/ÖHD, 1990 Körfez Savaşı’nın ardından ABD Başkanı Bush’un Türkiye ziyaretinin hemen öncesinde 12 Temmuz 1991’de CIA ve FBI’ın etkin desteğiyle Devrimci Sol’a yönelik büyük bir katliama girişti. Diyarbakır’da HEP il başkanı Vedat Aydın da aynı günlerde, 7 Temmuz 1991’de kaçırılıp öldürüldü. “Yargısız infazlar” ve “kaçırma kaybetme” operasyonları süreklileşti ve sistematikleşti.

Eylül 1991’de Özel Harp Dairesi’nin adı yeniden değiştirildi, Özel Kuvvetler Komutanlığı’na (ÖKK) dönüştürüldü, tugay seviyesine yükseltildi ve merkezi Gölbaşı’na taşındı. Bu dönüşümle birlikte Özel Harp Dairesi’nin sivil personeli için ayrı bir “daire” oluşturuldu.11

Kirli savaş politikalarına bağlı olarak özel tim polisi ihtiyacı hızla arttı. Polis özel timlerinin eğitimi, Ocak 1994’ten itibaren ÖKK’li subayların yetiştirdiği özel tim polisleri tarafından yürütülmeye başlandı. Bu kurumların ilki olan Antalya kampında eğitimcileri arasında İsrailli subayların da bulunduğu özel timci polisler kurslarını bitirir bitirmez Kürt illerine gönderiliyorlardı.

Aynı sıralarda SSCB ve Doğu Avrupa’da iç savaşlar ve devletler arası bölgesel savaşlar başladı. ABD ve (oluşum halindeki) AB gibi uluslararası emperyalist merkezler ve Türkiye, İran ve Pakistan gibi bu bölgelerde öteden beri nüfuz sağlamaya çalışan bölge devletleri emperyalist amaçlar taşıyan müdahalelere yöneldiler. Türkiye’deki kontrgerilla sisteminin hem resmi hem de sivil unsurları, bu müdahaleler içerisinde yer aldılar. Bir yandan TSK’ya bağlı özel harp birimleri emperyalist merkezlerin oluşturdukları “uluslararası güç”ler ve ikili anlaşmalar kapsamında çatışma bölgelerine yerleştirilirken, diğer yandan Özel Harp’in sivil unsuru, MHP’li ve çeşitli İslamcı gruplarla ilişkili “mücahit” kümeleri halinde Bosna Savaşı’na, Çeçenya Savaşı’na, Karabağ Savaşı’na katıldılar.

Etkinlik alanındaki, organizasyonundaki ve bileşenlerindeki bu genişleme, kontrgerilla içerisinde daha sonra ciddi krizlere dönüşecek olan fay hatları yaratmaya başladı.

Daha ilk adımda, Bosna ve Karabağ çatışmaları sürecinde Temmuz 1992’de MÇP’den12 ayrılan ve BBP’ni kuran Muhsin Yazıcıoğlu sivil faşist hareket içerisinde islamcılık yönü vurgulu bir “Türk-İslam Sentezi” kolu oluşturdu.

Azerbaycan’da Ebulfeyz Elcibey’in Haydar Aliyev’e karşı Mart 1995’teki darbe girişimi, Mehmet Ağar’dan başlayıp, Korkut Eken, İbrahim Şahin, Veli Küçük, Abdullah Çatlı, Ayvaz Gökdemir, Ferman Demirkol’a kadar uzanan bir kontrgerilla ağı üzerinden örgütlendi. ABD ve İngiltere’nin Azerbaycan’da izlediği sömürgeleştirme siyasetiyle çelişen bu darbe girişimi etrafındaki gelişmeler, emperyalizmin “gizli işgal kurumu” olarak yaratılan Türkiye kontrgerillasında ortaya çıkan yapısal çatlağın ilk büyük dışavurumudur.

Yine aynı dönemde, kontrgerillanın finansman sisteminde önemli bir yer tutan  “yeraltı ekonomisi”nin denetimi de kontrgerilla içi gruplaşmalar arasında bir iç mücadelenin konusu haline geldi.13

TSK bünyesindeki Özel Harp Dairesi ile MİT’in oluşturduğu “geleneksel merkez”in yanında, Polis Özel Harekat Dairesi, TEM, JİTEM ve DGM’leri içine alan, Çatlı grubu ve Hizbullah gibi çeteleşmiş yapılardan PKK itirafçıları ve korucu ağalarına uzanan bir kümelenme (“Siyasi Polis Merkezli Kontrgerilla İktidarı”) gelişmişti. Kontrgerilla içerisindeki bu yeni ilişki merkezinin oluşumunda, Özal iktidarının Kürt isyanını bastırma politikasını devlet içerisinde özel bir güç elde etme fırsatı olarak değerlendirme çabalarının ve yine Özal’ın ABD’nin yeni Ortadoğu politikaları bağlamında Bush yönetimi ile kurduğu özel ilişkilerin ciddi bir rolü olmuştu.14

Bu fay hatları ve ağırlık merkezlerinin oluşumu, emperyalist merkezle yerel kontrgerilla ağları arasındaki hiyerarşik ilişki ve denetimi zayıflatırken, aynı zamanda kontrgerilla içerisinde bir iktidar mücadelesini de şekillendirdi. Siyasi Polis merkezli güç ilişkileri ağı Kirli savaş süreci boyunca inisiyatif alanını genişletti, Özel Harp Dairesi’nin (yeni adıyla ÖKK) kontrgerilla sistemi içindeki denetimi zayıfladı. TSK-merkezli ve İçişleri Bakanlığı merkezli iki güç bloku arasında bir iktidar mücadelesi ortaya çıktı.

“İrticaya karşı laikliği koruma” adına gerçekleştirilen 28 Şubat 1997 Postmodern Darbesinin en önemli sonucu, bu iktidar mücadelesinin dengelerini değiştirmek ve kontrgerilla sistemini yeniden TSK merkezli hale getiren kapsamlı düzenlemeler yapmak oldu. Ancak kontrgerilla sisteminin üzerinde işlediği güç merkezlerinin (ABD, İngiltere, İsrail, yerli tekelci sermaye, askeri ve sivil güvenlik bürokrasisi) çıkarlarını bir araya getiren bir stratejik yaklaşım bir daha asla geliştirilemedi. Kontrgerilla sisteminin tarihsel temelindeki erezyon bundan sonra önüne geçilemeyecek bir biçimde ilerledi. “Bin yıl süreceği” ileri sürülen “28 Şubat düzeni”, kuruluşunun üzerinden 10 yıl geçmeden tarihe karıştı.

[Önümüzdeki sayıda kontrgerillanın tarihsel krizinin 28 Şubat 1997’den 2007 Cumhurbaşkanlığı krizine uzanan ve bugünkü altyapısını oluşturan sürecini ele alacağız.]

Dipnotlar

1 Bu yazı, Türkiye faşizminin tarihsel krizinin başlıca gelişme momentleri içinde inceleyen üç bölüm olarak planlandı. Dizinin bu ilk yazısında krizin kökensel dinamikleri kendisini açık biçimde ortaya koyduğu 28 Şubat 1997’deki somut tablosu gösterilmeye çalışılmaktadır.

2 Halkın Devrimci Yolu/Bildirge Sf. 51-58

3 Bu timlerin başında ABD’de eğitimci olarak yetiştirilen Korkut Eken bulunuyordu. Eken’le aynı eğitimi alan Eşref Hatipoğlu ise JİTEM, Bahtiyar Aydın cinayeti ve Lice pogromunun örgütleyicisi olarak yargılandı. Kontrgerillanın “vurucu gücü”nü bir “TSK birimi”ne dönüştüren bu düzenleme, paramiliter-sivil yapılanmasının genişletilmesine ivme kazandırdı.

4 Başlangıçta seçilen polislerin eğitimi ABD ve Almanya’da yapıldı. Susurluk skandalının kilit isimlerinden İbrahim Şahin, Almanya’da eğitime gönderilenlerdendi.

5 12 Eylül’de “Babalar operasyonu”yla başlayan “Mafyanın devlet denetimine alınması” süreci, Mafyanın bütün faaliyet alanının genişleyen kontrgerillanın finansman sistemine içerilmesiyle sonuçlandı. “Büyük basın”ın kontrgerillanın gündelik operasyon aracı olarak talimata bağlanmasıyla basının endüstrileştirilmesi ve “medyalaştırılması” bir ve aynı sürecin değişik yüzlerini oluşturdu. Üniversiteyi YÖK üzerinden kontrgerilla sistemine boyun eğdirten “devletçi” akademisyenler, bilimin metalaştırılması ve üniversitenin ticarethaneye dönüştürülmesinin de bayraktarlığını yaptılar. Kontrgerilla ve sendikalar arasındaki ilişkilerin sistemleşmesi ve derinleşmesi, Türk Metal gibi bazı sendikalarda, uluslararası kontrgerilla operasyonlarının truva atları olmaya kadar vardı.

6 12 Eylül sonrasındaki ilk Genel Seçim 6 Kasım 1983’de yapıldı.  KKTC, daha hükümet kurulmadan, 15 Kasım 1983’de ilan edildi.

7 Eğitim ekibinin subay kadrosu, Korkut Eken, Yavuz Ataç ve Kaşif Kozinoğlu’ndan oluşturuldu.

8 Deregülasyon: Düzenlemelerin kaldırılması. Akademik literatürün bu kavramı, “devletin düzenleyici rolünün ortadan kaldırılması”nı kastetmektedir. Politika olarak içeriği ise işçi sınıfının ve halkın, sermayenin göz diktiği genişleme alanlarına ilişkin haklarının, mevzilerinin, yasal, kamusal alandaki ve sağduyudaki temelinin ortadan kaldırılmasıdır.

9 İtalya’dan Yunanistan’a kadar Avrupa ülkelerinin hemen hepsinde NATO bünyesinde oluşturulan anti-komünist “cephe gerisi” örgütlenmeleri ağının dağıtılması, tek tek Avrupa ülkelerinde düzene yönelik tehditlere karşı özel savaş yöntemlerinden kategorik olarak vazgeçilmesi anlamına gelmiyordu. Geçtiğimiz yıllarda Almanya’da ortaya çıktığı gibi Avrupa devletlerinin istihbarat ve polis örgütlerinin içerisinde kümelenen veya kontrolünde hareket ettirilen faşist saldırı merkezleri hala varlıklarını sürdürmektedir.

10 1990 sonrasında kontrgerillanın soruşturma konusu yapılmadığı tek ülkenin Türkiye olduğu tesbiti bir çarpıtmadır. NATO üyesi ülkeler içinde kontrgerilla soruşturması yapılmayan tek ülkenin Türkiye olduğu doğrudur. Ancak, Türkiye, NATO ülkeleri içerisindeki tek yeni sömürge ülkedir de. Egemen sistem, dünyanın diğer yeni sömürge ülkelerindeki kontrgerilla yapılanmalarının da soruşturulması yolunu açmamıştır. Güney ve Orta Amerika’daki, Asya’daki yeni sömürgelerin hiç birinde kontrgerilla soruşturması yapılmamıştır. Demokratik halk hareketleri ile tam olarak tasfiye edilmedikleri ülkelerde bu kontrgerilla yapıları, süreç içinde, emperyalizmin tam nufuz edemediği (çoğunlukla sol) iktidarlara karşı CIA, MOSSAD ve diğer batılı gizli servislerin desteği ve yönlendirmesi altında tezgahlanan klasik ve post modern darbelerin, bastırma hareketlerinin merkezinde yer almışlar, devletlerinin “gizli çekirdeği” olma rollerini sürdürmüşlerdir. (Bkz. Brezilya, Bolivya, Uruguay)

11 Ancak “kilit bölge ve noktalarda yüzbinlerce kişiye uzanan” (Ecevit Kılıç, 2007 Sf.344) bu ağı yöneten bu yeni dairenin adı, devletin hangi kurumuna bağlı olduğu, kuruluşundan bugüne geçirdiği dönüşümlere ilişkin açık bir bilgi yoktur..

12 12 Eylül’de MHP’nin kapatılması üzerine onun yerine kurulan faşist parti. Ocak 1993’te MHP adını aldı.

13 Ömer Lütfi Topal cinayeti bu kapsamdadır. Behçet Cantürk gibi denetim dışı Kürt kaçakçılarının öldürülmesi ise 12 Eylül’de başlayan, yeraltı ekonomisini bir bütün olarak kontrgerillanın finansman altyapısına entegre etme politikası ile bağlantılı görünmektedir.

14 Daha sonra bu ağın en önemli figürü haline gelecek olan Mehmet Ağar, Turgut Özal’ın eşi Semra Özal’la yakın ilişkisi nedeniyle “Papatya Bürokrat” olarak anılıyordu.