Yeni başlangıç noktası
Sıfırdan başlamıyoruz. Köklü bir devrimci geleneği onurla sürdürüyoruz. Ancak bugün yeni bir başlangıç noktası arıyoruz. Bunun iki temel nedeni var: Birincisi öznel krizimiz. Krizden çıkış, küçük tadilatlarla yetinip “nerede kalmıştık?” edasıyla üstesinden gelebileceğimiz sınırın çok ötesine geçti. Son on beş yılda, birkaç kez yükselişe geçip ara-amaca vardıktan sonra sıçratamayıp göz göre göre uğradığımız başarısızlıklar bunun en açık kanıtı.
Halkın Devrimci Yolu’nun emekçi-yoksul halk sınıflarının dinamizmine dayalı devrimci süreç analizi, ilk adımlarımızda yol göstericiydi. Militan kitle hareketinin örgütlenmesi “doğal” gelişme mecramızdı. Buna çok şey borçluyuz ama devrimci sürecin hızlandığı zamanlarda sıçrama yeteneği kazanamamış olmanın acısını çok çektik. Halkın hakları ve güvencesiz işçi mücadelesi, işçileştirme sürecini, sermayenin/AKP’nin hegemonyasından çıkarmaya yönelik devrimci siyasetin itici gücü oldu. Sosyalist/sendikal harekette yenileyici bir sınıf çizgisine dönüştü. Kendimizi bir nebze de olsa başarılı sayıyorsak, bunu en çok, devrimcilerin ortak iradesini ve kararlılığını yansıtan halkın hakları mücadelesini ve güvencesiz işçiliğe karşı mücadeleleri örgütleyen devrimciler örgütüne borçluyuz. Bilginin metalaşmasının ve üniversitenin aydın kimliğindeki dönüşümün izini süren Devrimci Gençlik, üniversiteyi ve gençliği devrimci bir toplumsal güç olarak örgütlemenin militan arayışının simgesi oldu. Devrimci hareketin daima ilerletici, itici gücü oldu. Neoliberal kapitalist patriyarkaya, faşizme karşı Kadın Hareketinin militan dinamizmini ve yenileyici gücünü ne yazık ki çok geç keşfettik. Kısaca, neoliberalizme karşı ilk isyan ve direnişlerin içinde belli bir devrimci bir hareket çizgisini ortaya çıkarmayı başarmıştık. Devrimci bir fikir etrafında ideolojik netlik ve örgütsel birlik sağlanmıştı. Hak yoksunları, taşeron işçiler ve üniversitelerde militan kitle çalışmasının zeminleri yaratılmıştı. Eski kuşak devrimcilik, Devrimci Gençlik kökenli militanlık, hak mücadelesi militanlığı ve güvencesiz işçi militanlığının karakterini verdiği bir devrimcilik tarzı ortaya çıkmıştı. Ancak tüm bunlar, faşist saldırganlığın kırılmasında ve yükselen kitle dinamizminin ileri taşınmasında yeterli olmadı. Devrimci hareketin kurucu zeminlerini politik iktidar mücadelesine taşıyacak atılımları yapmada başarısız olduk. Devrimci siyaset alanındaki “kolektif önderlik boşluğu” büyüdü. “Partileşme süreci” kavramına yeni bir anlam yükleyerek geliştirmeye çalıştığımız inisiyatif başarısız oldu. İsyan ve direniş momentlerinde sıçrama fırsatlarını kaçırdık.
[Tarihsel mirasımızla köprü kurmak amacıyla yeni başlangıç notlarının işlevine, ruhuna uygun kısa değinmeler gerekliydi. Kolektif tarihimizin aydınlatılması için dergimizin gelecek sayılarında planlı eleştirel analizlerin gerektiğinin bilincindeyiz.]
Neoliberalizmin zaferini ilan etmesini engelleyemedik ama bugün yeni bir devrimci momenti yakalama fırsatı da doğdu. İşte bu bizi yeni bir başlangıç noktası arayışının ikinci nedenine götürüyor. Neoliberalizmin ve sömürge tipi faşizmin krizinin/çöküşünün ortaya çıkardığı devrimci süreç kapitalizmin genel/tarihsel krizi de hesaba katıldığında devrimci sıçramalar için üretken olanaklar taşıyor. Ayrıca, bir yenilgi kalıntısı olarak, bizi sürekli içine çeken, dar pratikçilik-temsil alanı ikilemini aşamamızı sağlayacak inisiyatifleri de barındırıyor. Kapitalizmin, tümüyle, insanlık tarihinden sökülüp atılmasını mümkün kılacak nesnel şartlar olgunlaştı. Marx’ın mükemmel tasviriyle, “burjuvazi, çağırdığı cehennem güçlerine sözünü geçiremeyen büyücüye benziyor.” İsyan ve direnişler tüm küreyi sardı. Yeni devrimci güçler harekete geçti, yeni devrimler yolda. Hareketin tüm birikimini; deneyimli kuşak, yaratıcı yeni kuşak, işçi-mahalle-feminist-gençlik tüm zengin militanlık kaynaklarını sentezleyen yeni bir kolektif kurucu iradenin örgütlenmesi ve yeni bir başlangıç noktasının yaratılması bu yolun zorunluluğudur.
İşte yeni başlangıç noktalarımız:
Yeni devrimci güçler
Kapitalizm, genişlediği ve krize girdiği her yerde devrimci karşıtını ortaya çıkardı. Toplumsal yeniden üretimin, kamusal hizmetlerin, doğanın ve kadın emeğinin neoliberal sermaye egemenliği altına alınması, eskilerinin yanında yeni isyan ve direniş biçimleri üretti. İşçiler, kadınlar, öğrenciler, göçmenler, ulus-etnisite özneleri, cinsiyet yönelimleri/kimlikleri, ekoloji-doğa-iklim-hayvan hakları savunucuları hareket halinde.
Devrimci işçi sınıfı: ‘yeni’ proletarya
Kapitalizm en büyük düşmanını da mükemmelleştirdi. İnsanlığın bugüne dek gördüğü en devrimci sınıf kapasitesi, proletaryanın bağrında olgunlaşıyor. Sadece kapitalistlerden ve proleterlerden oluşan bir dünya artık görüş alanımızın içinde. Ölümcül işlerin dipsiz kuyularında, siber-fiziksel sistemlerde, sürekli genişleyen hizmet alanlarında, yükselen yeni sanayi tesislerinde, toplumsal-kültürel-estetik yaşamın yeniden üretiminde, kentsel yaşamın yeniden inşasında yeni bir oluşum sürecini tamamlama yolunda olan işçi sınıfının imzası bulunuyor. Getirdiği teknoloji, yaşam ve çalışma disipliniyle sınıf oluşumu (“pandemi proletaryası”) ve sınıf savaşımlarını keskinleştiren pandemi, bu süreci olağanüstü hızlandırdı. Kapitalizmin en ileri olgusundan söz ediyoruz. Üretici güçlerin; sanayi ve teknolojinin; emeğin, mesleğin, bilimin; işbölümünün ve bu temelde şekillenen toplumsal ilişkilerin en ileri özellikleri onda toplanıyor. Emeğin daha yüksek tipte toplumsal örgütlenmesine; eşit, özgür gönüllü üreticiler birliğine, komünizme doğru gidişin unsurlarını taşıyor. Ancak tarihsel bir oluşum sürecinin daha çok başlarındayız. Bunlar şimdilik sadece bir olanak; üstelik tek tek bakıldığında proletarya hareketi olarak görülmeyen hareketlerde somutlaşan bir olanak.
Büyük proleterleşme dalgasının sonucunda cinsiyetin, etnisitenin en ileri özellikleri katılınca, insanlığın tüm öznelerinin işçi sınıfının şahsında yeniden özneleştiği, toplumsallaştığı bir devrimci sınıf tipi doğmuştur. Sınıf-cinsiyet-etnisite kategorilerinin birbiriyle çeliştiği, birbirini beslediği, birbirine dönüştüğü, birbirini özgürleştirdiği, içinde yeniden ve yeniden oluştuğu akışkan devrimci bir toplumsallık zemini ortaya çıktı. Bu kurucu zeminde, dün sosyalizme giden yolda proletaryanın müttefiki olarak görülen ulus/etnisite, cinsiyet, ekoloji temelli hareketler, bugün, devrimci hareketin ve sosyalizmin doğrudan kurucu devrimci güçlerinden biri haline geldi. Yine bu zeminden beslenen ve bu zemini besleyen işçi sınıfı, sadece kapitalizmi yıkıp sosyalist devrimi gerçekleştirme kapasitesine sahip devrimci sınıf değil, aynı zamanda, yepyeni insan ilişkilerinin ve komünist toplumsal ilişkilerinin anahtarını bağrında taşıyan öncü sınıftır.
Devrimci kadın hareketi
Çağımızda kadın militanlığı yüksek bir hareket seviyesine ulaşmıştır. Kadın hareketinin öncülük ettiği ve bütün ezilen toplumsal cinsiyetlerin eşitlik ve özgürlük hareketleri dalgasında somutlaşan mücadeleler, hem toplumsal kurtuluş mücadelesinin başlıca kaynaklarından biri haline geliyor hem de bu mücadelelerin küreselleşmesinde anahtar bir rol oynuyor. Tarihin bu yeni olgusunu neoliberalizmin insanlığa dayattığı piyasalaştırma, proleterleştirme ve kentselleştirmeden bağımsız düşünemeyiz. Nüfusun proleterleşmesi ve toplumun kentleşmesi, patriyarkanın sömürücü ve zorba karakterine yeni bir evrensellik kazandırdı. Kapitalist piyasanın sömürgeleştirdiği “ev içi ücretsiz emek” ve bir “tüketim mekânı” olarak “kapitalist ev” patriyarkal tahakküm altındaki kadının omuzlarındaki yükü dayanılmaz hale getiriyor. Ucuz ve güvencesiz kadın emeğini, sisteme çok özel biçimlerde katmadan, neoliberal kapitalizmin ayakta kalamayacağını artık biliyoruz. “Görülmeyen, karşılığı ödenmeyen emek” kategorisi olarak hep geride-arkada-ev-içinde tutulan/görülen kadın emeği, bugün kapitalist sömürü sisteminin ve cinsel-toplumsal işbölümünün merkezindedir. Bu olgu erkeklik krizini ve patriyarkal çelişkileri de sistemin merkezine taşıyor. Bir kriz yönetimi olarak faşizm, erkeklik krizi ve patriyarkal çelişkilerden doğan gerilimlerin yönetimiyle de görevlendiriliyor. Kadınlar ve çoğul cinsiyet kimlikleri/yönelimleri üzerinde genel baskı-savaş-cinayet koşulları sürekli hale getiriliyor. Kadınların sürekli gözaltında/tecrit altında tutulması neoliberal patriyarkal kapitalist siyasetin özü, evrenseli, temel karakteridir. Yükselen kadın militanlığı sayesinde, emek-patriyarka-faşizm temelinde inşa edilen bu üç-katmanlı sömürü, egemenlik ve tahakküm ilişkileri, kadınları sistemin diyalektik karşıtı, yeni devrimci gücü ve politik öncüsü haline getiren devrimci bir gerçekliğe dönüşüyor.
Devrimin doğuştan feminist olması zorunluluğu da yine bu gerçeklikten kaynaklanıyor. Kadın öznelliği, komünizm teorilerinde, sosyalist harekette ve devrimci harekette kategorik bir genişleme ve teorik-pratik-örgütsel bir gelişme yaratıyor. Cinsiyet eşitliğiyle, eşitlik ilkesine katılan feminist içerik, bunun en bilinen örneklerindendir. Devrimci siyasetin içeriğinde, yönteminde ve örgütlenmesinde daha yavaş, ama giderek kendini hissettiren bir feminist bir genişleme yaşanıyor. Aslında “iktidar olmadan iç-dünyamızı değiştirmek” deyimi tam da bu sürecin rotasını ifade ediyor. Ancak kolektif kurucu irade ve kolektif önderliğin inşasının da feminist ilkelerle donatılması bugünün acil görevi, devrimci gerçekliği ve güvencemizdir.
Neoliberalizmin üniversiteyi işgali ve Devrimci Gençlik
Neoliberalizmin genel zaferinin, bir aydın kategorisi olarak üniversite öğrencisini yok etmesi, onu kendisine yatırım yapan bir “yatırımcı” olarak “hizmet alıcısı”na dönüştürmesi, üniversite öğrencilerinin akademiyle, öğrenim sistemiyle ve bilimle ilişkisini yeniden yapılandırdı. Üniversite öğrencileri, üniversiteye adımlarını atar atmaz içine çekildikleri neoliberal/faşist cehennemin kapısında olduklarını görüyor, deneyimliyorlar. Bu tablo üniversitedeki devrimci mücadelenin bağlamını değiştiriyor, üniversite gençliğinin en basit tepkilerinin dahi “politikleşme” köprüsünden geçmesini gerektiriyor.
Neoliberal cehennemin kapısından ateş çukurlarına itilen üniversite öğrencisinden bilgi üretim-aktarım-yayım sürecinin pasif bir parçası olması beklenemez. Bilgi/meta alıcısı olarak “müşteri”, kredi/finansallaşma sisteminin parçası olarak “borçlu”, genel işsizlik olgusunun parçası olarak “işsiz”, geleceğini güvence altına alma olanakları bakımından geleceksiz/güvencesiz öğrenci konumu, ona, yeni bir öznellik inşasının kapıların da açıyor. Üniversitenin ve çağın en gelişmiş olanaklarında yoksun bırakılıyor, mülksüzleşiyor, yoksullaşıyor. Ücretli bir işte çalışmak zorunda kalan (ücretli işçi) öğrenci sayısında ciddi artış gözleniyor. Öğrencilerin belli bir kitlesinin işçileşip ucuz, güvencesiz işçilere dönüşmesi özgül bir sınıfsallaşma deneyimi ve sömürü algısının oluşmasına kapı aralıyor. Gelecek kaygısı, işsizlik, borçluluk duyguları, gençliğin dünya görüşünün, ideolojik tavrının ve sınıfsal tarafının şekillenmesine etki ediyor. Bunun gençlik mücadelesi ve üniversite dışındaki işçi mücadelesi açısından sonuçları olacaktır. Yurtsuzlar ve Barınamıyoruz hareketlerinin gösterdiği gibi, öğrenci direnişi, temel kamusal-toplumsal hakların savunusuna doğru genişleme eğilimi gösteriyor. Bu genişleme üniversiteli kimliğine yeni bir boyut eklerken, bir yandan da diğer toplumsal mücadele alanlarıyla arasındaki açıyı daraltıyor.
Boğaziçi (daha önce ODTÜ) direnişinin gösterdiği gibi, gençliğin akademik-demokratik mücadele temelindeki, yani bir öğrenci olarak devrimci gücü bugün hâlâ önemli bir politik potansiyel içermektedir. Üniversitenin faşist devlet aygıtına eklemlenme biçimi ise özerklik ve bağımsızlık eğilimlerine yeni bir canlanma getiriyor.
Öğrenci profilinde ve öznelik konumlarında belirgin bir çeşitlenme gözleniyor. Üniversitelerde mayalanan yeni devrimci gençlik hareketleri, Türkiye devrimci gençliğinin tarihsel mücadele motiflerini feminist, çok-cinsiyetli, ekolojist, vegan, antifaşist, antigerici temalarla kaynaştırıyorlar. Devrimci gençler bu zengin mücadele içeriğini, üniversitenin onurunu savunan akademisyenlerin, yayıncılık-fon-finans tekellerine, faşist devlet baskısına, bilim düşmanı gerici kuşatmaya ve endüstriyel-akademik standartlara karşı direnişleriyle birleştiriyor. Bu mücadeleler, sınırsız bir bilimsel düşünme ortamını ve bu ortamı bilimsel ve politik cesaretiyle kuran bir devrimci aydın kuşağını içerisinden çıkaracak ve neoliberalizmin ve faşizmin yok ettiği üniversiteyi, bilimin evrensel birliği olarak yeniden kuracaktır.
Ekolojik devrimci güçler
Kapitalizmin, insanlığı-doğayı-canlı yaşamı felakete sürükleyen ekolojik sömürü yeni devrimci güçleri de harekete geçirdi. Yöre sakinleri, üreticiler, çiftçiler, doğa savunucuları, mevsimlik tarım işçileri, göçmen işçiler, taşeron işçiler, maden-enerji-tarım işçileri, kadınlar, veganlar, hayvan hakları savunucuları, çed-engelleyiciler, bilimciler, üniversiteliler, nerede bir ekolojik yıkım görülse, hep sahada, sokakta, direnişteler.
Emperyalizmin ekolojik sömürgecilik aygıtına, kaynakları- kaynak sınırlarını-kaynak çıkarımını güvenceye alan sömürgecilik sistemine, askeri-istilacı-işgalci-talancı genişleme yöntemlerine karşı hep tetikteler. Geçim kaynaklarını tehdit eden küresel tedarik/meta zincirlerinin karbon bazlı enerji şirketlerine, dev fosil yakıt tekellerine, fosil temelli sanayi kuruluşlarına, “yerli ve milli” kamu ihale çetelerine, bunları koordine eden doğrudan-tam kapasite ekolojik sömürgeciliğin hizmetindeki devlete/faşizme, kontrgerilla çetelerine ve karapropaganda medyasına karşı direniş kendine has bir devamlılık gösteriyor. Daima bir yükselme ve genelleşme yöneliminde olmasa da yerelde, bölgede, mevzide hep bir süreklilik içinde.
Devrimci bir ekolojik mücadele çizgisi, işte tam bu noktada gerçeklik kazanacak. İnsan-doğa ilişkisindeki metabolik yarılmanın giderilmesi, emeğin ve doğanın çifte yabancılaşmasının aşılması, devrimci ekolojik mücadele çizgisinde mümkün olacak. Telafisi imkansız felaketlere müdahale elbette devrimci ekolojik çizginin acil sorunlarından biridir. Emperyalizme, devlete, faşizme karşı mücadele; büyük ölçekli kamusal-toplumsal çözümler ve örgütlenmeler yine bu çizginin politik sorunlarındandır. Bunun ötesinde sermayeye dayalı üretime son verilerek insanın doğa ile yıkıcı ilişkisinin tarihsel bir evresi sona ermiş olacak. Fakat doğanın sömürüden tümüyle kurtuluşu için insanla doğa arasındaki yabancılaşmanın da sona erdirilmesi gerekir. Bunun için türlerin eşitliğini ve insanla doğanın uyumunu sağlayan bir eko-toplumsal yeniden inşa (yeni bir uygarlık inşası) programı gerekir.
Yakın zamana kadar “küçük çevreci aktivistlerle” anılan mücadele, bugün geniş ve çok-renkli özneler kitlesi tarafından sürdürülüyor. ÇED’den tarıma, maden çıkarımından kentsel dönüşüme, Salihli’den Munzur’a, Çukurova’dan Karadeniz’e, talepleri ve tutumlarıyla harekete proleter bir karakter de kazandıran üretici-çiftçi-işçilerin katılımı mücadelenin sürekliliğinin güvencesini oluşturuyor. Yine de bu muazzam öznelliği birleştirip daha ileri taşıyacak “kolektif önderlik” eksikliğini bugün derinden hissediyoruz. “Çay meclisleri”, “ekoloji-iklim-çevre meclisleri”, “yerel-bölgesel savunma örgütleri”, yerel-kısmi-kesimsel-bölgesel direnişlerin ülke çapında birleşik politik direniş hareketine dönüştürülmesi; direnişin içeriğine göre ekolojik “enternasyonalizm” bağlantılarının kurulması, bunca çeşitlilik gösteren direnişlerin gerçek sınırı, gerçek sorunu, gerçek görevidir.
Ayrıca umutlanmak için bir sebep daha var. Doğanın kapitalist sömürüsü, sınıf, toplumsal cinsiyet, ırk-etnisite ve tür eşitsizliklerinin tümünü eklemleyen/iç içe geçiren bir sömürü ve tahakküm tekniğine dayanıyor. Bu bakımdan ekoloji mücadelesi, sınıf etnisite, cinsiyet temelli direnişlerin birbirine yakınlaşma potansiyeli taşıdığı ve bunun somut bir mücadele konusu haline getirilebileceği ender mücadele alanlarından biridir.
Özetle, işçi sınıfı hareketi, feminist hareket, lgbti+ özgürlük hareketi, ulus/etnisite kurtuluş hareketi, gençlik hareketi ve ekolojik hareketin devrimci kapasitesi genişledi ve çelişkilerine karşın, yakınlaşma, kesişme, ortaklaşma ve birbirini güçlendirme eğilimleri artmaya başladı. Ancak bütün bu isyan ve direnişlerin politikleşmeye ve özellikle de devrimci bir politik toplumsal hareket halinde bütünleşmeye yönelmekte son derece ağır ilerlediği, kendisini eleştiriyle sınırladığı, mevcut düzeni devrimci bir hareketle yıkmaya yönelmekten kaçındığı da bir başka gerçektir. Devrimci stratejinin temel sorunu şudur: Güçlü politik devrimlere dönüşmeden sönümlenen, çözülen, yenilgiye uğrayan, ancak yeniden ve yeniden ortaya çıkan isyan ve direnişlere nasıl devrimci bir doğrultu kazandırılacak ve bunlar nasıl örgütlenecek? Bu noktada yine, yeni bir başlangıca, hatta Marksizmin başlangıç noktasına dönüyoruz: devrimci parti sorununa.
Direnişten devrime, kapitalizmden komünizme: devrimci parti
Devrimci partinin ölçüsü, kitlelerde yarattığı devrimcilik etkisinde ve kitleleri devrimci özneye dönüştürme gücünde saklıdır. Bu durumda partiden iki temel görev beklenir: yıkıcı ve kurucu görevler. Tarihsel krizini yaşayan ve ayakta kalmak için en gerici güçlerini seferber eden kapitalizmin krizini, devrimci bir yıkıma dönüştürmek gelişmiş bir kolektif örgütlenmeyi gerektiriyor. Nerede bir isyan patlasa, aynı militarist yöntem, aynı kontrgerilla ordusu/polisi tarafından, hatta aynı marka silahlarla bastırıldığını görürsünüz. Tüm sermaye fraksiyonlarıyla, iktidarın sermaye çeteleriyle, toplumun en ücra köşelerine dek saçaklanmış kontrgerilla çeteleriyle, karapropaganda medyasıyla bir devlet biçimi olarak örgütlenmiş faşizmin (sömürge tipi faşizm) birincil görevi, halkı direnemez, isyan edemez hale getirmektir. Tüm karşıdevrimci güçler silahlıdır, devlet-şirket-çete ve politik parti formunda örgütlüdür. Ve halka karşı çıplak, kirli, vahşi bir toplumsal savaş yürütmektedir. Bu noktada, faşizme karşı direniş, devrimci savaş ve devlet iktidarının parçalanıp devrimci iktidarın inşası, partinin yıkıcılık görevlerine işaret etmektedir.
Devrimci parti, aynı zamanda, kurucu bir güç olarak, yeni toplumsal ilişkilerin, sosyalizmin ve kapitalizmden komünizme giden devrimci sürecin öncüsüdür. Devrimci öznenin en gelişmiş ve en yüksek örgütlenme biçimini temsil ediyor. Gücünü bugünün devrimci sınıfından, yeni devrimci güçlerinden, devrim anlayışından ve günün devrimci görevlerinden; ilhamını gelecekten alıyor.
Devrimci parti inşasının ipuçları, isyan ve direnişlerin öncü deneyimlerinde ve öncü kadrolarında saklıdır. Partini örgütlenmesi, ezberlerden, kalıplardan, dogmalardan ziyade kitle mücadelesinin yöntemlerinden devrimcilerin çıkaracağı sonuçların örgütlenmesine bağlıdır. Biçim, içerik ve tarzıyla; yapı, ilke ve kurallarıyla, etik, estetik ve mücadele yordamıyla çağın ruhunu yakalayan devrimci parti inşasının planlı, örgütlü, iradi güvencesi ise devrimciler örgütüdür.