Faşizm, tekelci sermayenin en gerici, en şovenist en emperyalist kesiminin/fraksiyonunun, açıktan açığa terörist diktatörlüğüdür. Faşizm bir yönetim biçimi, bir hükümet değil bir “devlet biçimidir”. Bu nedenle faşizme karşı mücadele, örneğin burjuva cumhuriyetin bir rejiminden bir başka rejimine geçiş veya bir hükümetin yerine bir başka hükümetin geçirilmesi mücadelesi değil, “bir devlet biçiminin yıkılıp, yerine bir başka devlet biçiminin geçirilmesi” mücadelesi, yani “politik devrim” mücadelesidir.
Mahir Çayan, Türkiye’deki devletin biçimini, özgün bir siyasi analiz kavramıyla “Sömürge Tipi Faşizm” olarak tanımlar.1 Mahir Çayan’ın bu devlet kavrayışı, onun “Emperyalizmin 3. Bunalım Dönemi” ve bu bunalım dönemine damgasını vuran “yeni-sömürgecilik” çözümlemesinin bir parçasıdır. Bu perspektiften bakıldığında yeni-sömürge ülkelerdeki politik devrim sürecinin merkezinde faşizmin yıkılması mücadelesi bulunur.
Yeni-sömürgecilik yöntemi, köklerini ABD’nin 19.yy’dan itibaren İspanya ve Portekiz sömürge imparatorluklarından kopan/kopardığı Güney ve Orta Amerika ülkelerinde uyguladığı sömürgecilik yönteminden alır. 2. Dünya Savaşı sonrasında, İngiliz emperyalizminin hegemonyasının yerini ABD emperyalizminin hegemonyası alırken, çözülen klasik sömürgecilik sisteminin yerini de yeni-sömürgecilik sistemi aldı.
Klasik sömürgecilik ile Yeni-sömürgecilik arasında, sömürge devletinin biçimini belirleyen iki temel temel farklılık bulunur:
Birinci farklılık sömürgeci zorun örgütlenme biçimine ilişkindir: Klasik sömürgecilikte sömürgeci zor “açıkça ve dışarıdan” uygulanır. Emperyalist merkez, sömürge ülkenin siyasi iradesini kendisine bağlı bir orduyla işgal ederek veya işgal tehdidi ile teslim alır. Buna karşılık “Yeni-sömürgecilik” yönteminde, sömürgeci zor “örtük bir biçimde ve içeriden” uygulanır. Emperyalizmin yeni-sömürge bir ülke üzerindeki siyasi denetimi, “gizli askeri işgal”e dayanır. Yeni-sömürgeleştirme sürecinin ilk etabında ordu ve iç güvenlik örgütleri ABD emperyalizminin “işgal gücü”ne dönüştürülür ve bu işgal cihazı siyasi ortamı tahakkümü altına alır.
İkinci farklılık, emperyalist sömürü ilişkilerinin kuruluş biçimindedir. Klasik sömürgecilikte sömürünün temel mekanizması, “ekonomi dışı zor”a dayalı talandır. Sömürgeci güçler ile sömürge toplumunun sömürücü sınıfları arasındaki “işbirlikçilik” esas olarak “aracılık” (kompradorluk) biçimindedir. Sömürgeci sermayenin çıkarları ile sömürge ülkenin burjuvazisi ve mülk sahibi sınıflarının çıkarları birbirinden ayrılabilir ve çatışmaya girebilir. Buna karşılık, yeni-sömürgecilikte sömürünün temel mekanizması, yerli “büyük” sermaye ile ortak yatırım, finansman, patent vb.ye dayanan bağımlılık, fason ve taşeron ağlarına bağlama gibi “hiyerarşik bütünleşme”nin çeşitli biçimlerine dayanır. Yeni sömürge devletinin himayesi altında, emperyalist sermayenin yaşamsal desteği ile yukarıdan aşağıya geliştirilen “yerli” tekelci burjuvazi emperyalizme (ve devletine) “göbek bağıyla” bağlıdır; emperyalist sermaye ile yerli işbirlikçilerinin çıkarları (genel bir kural olarak) “bütünlük” halindedir. Çıkarların çatışması halinde, yerli sermaye eninde sonunda emperyalist merkezin taleplerine göre şekillenir. Yeni-sömürge devletinde siyasi egemenlik, yerel çıkarlarını emperyalizmin çıkarlarıyla bütünleştirmiş mülk sahibi sınıfların gerici koalisyonunun tekelindedir; “oligarşik” bir yapıdadır. Yerli oligarşileri oluşturan sınıfsal yelpaze ülkeden ülkeye değişmekle birlikte, genel bir kural olarak emperyalizmle iç içe geçmiş yerli sömürücü sınıfın belirleyiciliğinde “blok” haline gelir. Ancak bu bloklaşma, oligarşik egemen sınıf ittifaklarının çelişkisiz birlikler oldukları anlamına gelmez.
Yeni-sömürge devletinin biçimini bu iki temel özellik, gizli işgal ve oligarşik egemenlik belirler. Gizli işgal mekanizmasının kurucu ve düzenleyici merkezi “kontrgerilla”dır. Kontrgerilla, sömürge halkını emperyalizme ve oligarşiye boyun eğdirmeyi amaçlayan emperyalist ve faşist bir terör aygıtından başka bir şey değildir. Emperyalizmin ve oligarşinin siyasi egemenliği bu terör aygıtının devlete açıkça veya çarpık bir parlamentarizm örtüsü altında hükmettiği bir diktatörlük biçimini kazandırır.
Mahir Çayan yeni-sömürge ülkelerdeki bu devletlerin ayrı bir devlet biçimi oluşturduğunu saptamış ve bu devlet biçimini Sömürge Tipi Faşizm olarak tanımlamıştır. Faşizmin, sömürgesel devletin2 biçimini belirlediği bu özel biçimi, emperyalist merkez ile yerli oligarşinin oluşturduğu siyasi gericilik blokunun siyasi egemenliğini örgütler. Bu özgül egemen sınıflar bloğu, “tekelci sermayenin en gerici fraksiyonu”nun yeni-sömürge toplumlarındaki izdüşümüdür. Bu sınıf egemenliğini uygulama mekanizması terörist karakterdedir. Bu terörist devlet mekanizması, aşağıdan yukarıya bir kitle hareketi eşliğinde inşaa edilen klasik faşizmden farklı olarak, emperyalizm ve oligarşi tarafından devletin kurumsal çekirdeğine yerleştirilmiş kontrgerillanın belirleyiciliği altında yukarıdan aşağıya örgütlenir.
Devletin merkezindeki sömürücü sınıf koalisyonu, siyasi gericiliğin yerel temelleri ile uluslararası tekelci sermayenin emperyalist politikalarını sentezleyen faşist bir “resmi ideoloji” çerçevesinde hükmeden ve sadece bu temelde hükmedebilen bir yapıdadır.
Oligarşilerin içerisindeki sınıfsal çelişki ve çıkar çatışmalarının yönetilebilmesi için, “olağan” durumda “parlamentocu” usuller kullanılır. Kontrgerillanın güdümü altındaki bu parlamentoculuk, oligarşiyi oluşturan sınıfların birbirleriyle ittifaklarını, bu sınıfların toplumun değişik kesimleri üzerindeki “yönetici” kapasiteleriyle ilişkilendirir. Emperyalist politikalardaki değişiklikler, yapısal ekonomik krizler, halk muhalefeti vb. nedenlerle oligarşi içi çelişkilerin derinleşmesi veya devlet aygıtı içerisindeki uyumsuzluklar nedeniyle devletin parlamentocu usullerle yönetilemediği durumlarda kontrgerillanın açık ve doğrudan yönetimine geçilir. Faşizmin üzerinin kontrgerillanın güdümündeki bir parlamentarizmle örtüldüğü rejim biçimine “gizli faşizm”, kontrgerilla egemenliğinin parlamentoculuk örtüsünü üzerinden attığı (bunu parlamentoyu kapatmadan da yapabilir) iktidarı açıkça üzerine aldığı rejim biçimine “açık faşizm” adı verilir. Açık faşizm ve gizli faşizm dönemlerinde devletin kurumsal yapıları ve işleyişleri görünüşte birbirlerinden farklı olabilir. Açık faşizm, sivil/teknokratik hükümetleri “arkadan” yöneten cuntalar, açık askeri darbeler, emperyalist işgalle iç içe geçen askerileştirilmiş hükümetler veya “başkancı” biçimler altında uygulanabileceği gibi, “gizli faşizm” de parlamentocu, başkancı, askeri ve sivil yönetim öğelerinin melezlendiği biçimler altında uygulanabilir.
Gizli faşizmden açık faşizme ve açık faşizmden gizli faşizme geçiş süreçleri, emperyalizm, oligarşi ve halk arasındaki ilişkilerin yeniden düzenlendiği süreçlerdir. Bu süreçler “tek merkezden yönetilen”, “otomatik” süreçler değil, bütün bu güçlerin kendi içlerinde ve aralarındaki çatışmalarla şekillenen süreçlerdir.
ABD emperyalizminin, 2. Dünya Savaşı’nın ardından Orta ve Güney Amerika’dan, Türkiye, İran ve Filipinlere kadar uzanan geniş bir coğrafyada egemen hale getirdiği yeni-sömürgecilik ilişkilerinin siyasi biçimlenmesi genel olarak bu çerçeve içinde olgunlaşmıştır.
ABD emperyalizmi (hegemonyasını devraldığı İngiltere’nin desteğiyle), 2. Dünya Savaşı’ndan sonra iç ve dış güvenliğe ilişkin olarak yapılan ikili anlaşmalar, askeri paktlar, birlikler üzerinden yürütülen operasyonlarla, yeni-sömürgeleştirme sürecine sokulan ülkelerin ordularını, istihbarat ve polis örgütlerini uluslararası emperyalist-kapitalist sistemin şiddet örgütlenmesi içerisinde özümledi ve siyasi hayatın egemen unsuru haline getirdi. Bu dönüşümün merkezinde, sonradan “kontrgerilla” adı verilen, emperyalizmin doğrudan denetimi altında ve girişimiyle, her ülkenin kendine özgü siyasi gericiliğinin zorbalık aygıtları özümlenerek oluşturulan, “komünistlerin” iktidara gelmesini önlemeyi amaçlayan bir “kuralsız savaş (gayrı nizami harp) örgütleri ağı” bulunuyordu. Bu ağ sonradan çarpıtılmaya çalışıldığı gibi Avrupa ile sınırlı değildi. Kontrgerilla, 2. Dünya Savaşı sonrasında, ABD emperyalizminin liderliği altındaki emperyalist kapitalist merkez tarafından yürütülen “ayaklanmayı bastırma operasyonları” etrafında şekillendi. Bu operasyonlar, Avrupa’da komünist partilerinin iktidara gelmelerini engellemek için, Asya, Afrika ve Güney Amerika’daki sömürgelerde ise komünistlerin önderliğinde/etkisi altında gelişen ulusal kurtuluş mücadelelerini ve demokratikleşme hareketlerini durdurmak ve klasik sömürgeleri yeni-sömürgelere dönüştürerek uluslararası kapitalist sistem içerisinde tutmak için yapılan karşı devrimci müdahaleler olarak gerçekleşti.
Avrupa’daki kolu “Gladio” olarak adlandırılan kontrgerilla sisteminin kuruluş süreci, doğrudan doğruya Nazi devletinin iç güvenlik aygıtlarından (Gestapo vb.) devşirilen kadroların katılımıyla yürütüldü. Nazi kadroları, Batı Avrupa’da olduğu gibi Orta ve Güney Amerika’daki kontrgerilla ağlarının kuruluşlarında da yer aldılar. Asya’daki ayaklanmayı bastırma operasyonlarında öne çıkan SSU (Stratejik Hizmetler Birliği) de Japonya’daki faşist gizli polis örgütü Kempeitai kadrolarını benzer bir biçimde istihdam etti. Kontrgerilla, örgütlendiği her ülkede faşist ideoloji ile o ülkedeki siyasi gericilik ideolojilerinin özgün bir senteziyle dönemin emperyalist stratejisini buluşturarak devletin “resmi ideolojisi” haline getirmeyi hedefledi ve büyük ölçüde başarılı oldu.
Emperyalist sistemin yeni hegemonik merkezi ABD’nin egemenlik alanındaki devletlerin tümü kontrgerillanın kurucu çekirdeği etrafında örgütlendi.
Türkiye’de Sömürge Tipi Faşizmin inşasına 2. Dünya Savaşı sonrasında bu genel plana bağlı olarak başlanılmış ve 60’lı yılların ortalarından itibaren devletin biçimi haline gelmiştir.3 Emperyalizmin Türkiye’deki gizli işgalinin örgütlenmesi süreci, Seferberlik Tetkik Kurulu Kore Savaşı’na katılım, NATO’ya üyelik, Soğuk Savaşın tarafı haline gelme, Seferberlik Tetkik Kurulu ve Özel Harp dairesinin merkezinde olduğu milliyetçi saldırganlığın yükseltilmesi (Kıbrıs, 6-7 Eylül, Komünizmle Mücadele Dernekleri ve MHP’nin palazlandırılması vb.) ve bu temel üzerinde geliştirilen, devlet kurumlarının yukardan aşağı faşistleştirilmesi, yani devletin merkezine “kontrgerillanın yerleştirilmesi” süreci olarak işlemiştir. Türkiye kontrgerillası, Anadolu iç savaşının sonucunda şekillenen Türk-Müslüman “milliyetçi muhafazakar” toplumsal kimliğin merkezindeki yerli egemen sınıflar “oligarşisi” ve kendisini “milletin oluşturucu gücü” olarak gören, “Atatürkçü” militarist-otoriter devlet çekirdeği ile anti-komünist emperyalist merkezin işbirliğiyle inşaa edilmiş bir gerici devlet merkezidir ve emperyalizmin komutası altındadır. Bu hiyerarşik birliktelik, bir “sistem” olarak kontrgerilla egemenliğinin zorunlu temelidir.
12 Mart 1971 açık faşizmiyle oligarşi ile askeri sivil bürokrasinin alt kesimleri arasında 27 Mayıs 1960’ta kurulan nispi dengenin tasfiyesi sağlanmış ve faşizmin kurumsal alt yapısı konsolide edilmiştir.12 Eylül 1980 ise, sömürge tipi faşizmin yukarıdan aşağıya inşaasının, tüm aygıtlarıyla devletin bütün “uçlarına” kadar genişletildiği bir “mutlak zafer” aşamasını temsil etmektedir.
Dipnotlar
1 Her ne kadar, G. Dimitrov faşizmin ülkeden ülkeye veya çeşitli “ülke grupları” için değişik öz nitelikler gösterebileceğini belirtmişse de, n3. Enternasyonal’in faşizme ilişkin tartışmalarında, ne de 1960’lı yılların devrimci hareketlerinin yerel veya genel analizlerinde “sömürge veya yeni sömürge devletinin özel biçimi”ne dair bu özgüllükte bir faşizm analizi yoktur.
2 “Sömürgesel Devlet”, sömürge ülkelerdeki devletin sömürge toplumdaki sınıflar arasındaki mücadelelerin iç dinamikleri ile sömürgeci egemenlikte ifadesini bulan dış dinamiklerin birlikte işleyişiyle şekillenmesi nedeniyle kazandığı özel karakteri ifade etmektedir.
3 Turkiye’de Sömürge Tipi Faşizmin inşasının yerel kaynakları için bkz. https://sendika.org/2020/02/turkiye-devletinin-otoriter-mirasi-uzerine-i-576378/ ve https://sendika.org/2020/02/turkiye-devletinin-otoriter-mirasi-uzerine-ii-kemalist-oculer-577684/