Tarih, halkların faşizme karşı mücadelelerinin gelişme sürecinin, faşizmin kriziyle de bağlantılı olduğunu gösteriyor. Stalingrad zaferi ile Nazi işgali altındaki Fransa’da, müttefiklerin Sicilya çıkarması ile İtalya’da faşist iktidarların içerisinde meydana gelen çalkantılar, direniş hareketlerinin sıçrama yapmasının önünü açtı, İtalya’yı ve Fransa’yı devrimin eşiğine getirdi.
Türkiye faşizmi 2011 sonundan bu yana giderek şiddetlenen iç çatışmalarla sarsılıyor. Yıkılan iktidarlar, darbe girişimleri, devlet iktidarında değişen ittifaklar, bozulan ve kurulan koalisyonlar birbirini izliyor. Bu sürecin ilk döneminde patlak veren 2013 Haziran Ayaklanması’ndan bu yana, faşizmin toplumsal ve kurumsal dayanakları zayıflıyor, halkın anti-faşist mücadelesi, toplumsal eşitlik ve demokrasi talebi güçleniyor, ancak henüz faşizmi yıkacak bir politik-toplumsal sürecin ilerlemekte olduğunu söyleyemiyoruz.
Türkiye’de yaşanmakta olan “siyasi kriz”in, düzen içi bir iktidar değişimine bağlı olarak kurulu düzenin siyasi konsolidasyonu ile sonuçlanabileceği düşüncesi sosyalistler arasındaki yaygın bir düşünce. Elbette oligarşinin ve emperyalizmin muradı, Erdoğan’ın derme çatma diktatörlüğünü, daha sağlam temellere dayalı ve kendileriyle uyumlu bir “normalleşme”ye sürüklemek, Türkiye devletini 1945 sonrasında oturmuş olduğu “fabrika ayarlarına” uyarlamak. Ama muratla akıbet arasındaki ilişki keyfi olarak kurulamıyor. Çünkü Erdoğan’ın bugünkü iktidarı keyfi olarak oluşmadı, yıkıldığında da yeni iktidar bir “tabula rasa”1 üzerine kurulup işlemeyecek. Bugünkü siyasi krizin ne olduğuna ve nasıl ilerleyeceğine dair yaklaşımımızı daha geniş ve tarihsel bir çerçeveden kurduğumuzda, emperyalizm ve oligarşi için işin o kadar da kolay olmadığını görüyoruz. Ve onların bu zorluğunun, “Dünyanın Türkiyesinde devrim yapmak” isteyenleri de tarihsel bir dönüm noktasının önüne getirebileceğini anlıyoruz.
Emperyalizmin IV. Bunalım Dönemi olarak tanımladığımız 1980’li yılların ortalarından itibaren Yeni Sömürge ülkelerin bir kısmında Sömürge Tipi Faşizmler2 krize girdiler. Sömürge faşizmlerinin bazıları doğrudan halk hareketleriyle yıkıldı (ör. Venezuela, Bolivya), bazılarında “çözülme sürecine” girdi (ör. Filipinler, Arjantin, Uruguay, Brezilya), bazılarında ise istikrarsız bir biçimde de olsa “ayakta kalmayı” başardı (ör. Meksika, Güney Kore, El Salvador, Kolombiya). Türkiye üçüncü grupta yer aldı.
Türkiye’nin Sömürge Tipi Faşizmi 1990’lı yılların ortalarından itibaren çeşitli “badireler” geçirse de temel çerçevesini korumayı ve yeni dönemin ihtiyaçlarına adapte olmayı başarmış görünüyordu. Devlet iktidarının bir faşist koalisyondan bir başka faşist koalisyona geçtiği 2003-2007 sürecinin sonunda aynı “makine”, yeni devlet iktidarının (AKP-Gülen koalisyonu) elinde “tıkır tıkır” işlemeye başladığında, 1990 ortalarından itibaren yuvarlanan tencerenin kapağını bulduğu kanısı hemen herkese egemen oldu.
Ama kurulu düzenin “baharı” hiç de uzun sürmedi; 2012’de AKP ile Gülen Cemaati arasında patlak veren mücadele, devlet iktidarının güç merkezleri arasındaki ittifak/saflaşma ilişkilerini alt üst etti. AKP – Gülen koalisyonu parçalandı ve her iki kanat da daha önce alaşağı ettikleri iktidar bileşenleriyle ittifak kurarak birbirlerine karşı amansız ve kuralsız bir mücadeleye giriştiler. Dört yıl süren mücadele 15 Temmuz 2016’da doruk noktasına ulaştı ve bir “düzen” (ordre) olarak kontrgerilla kanlı bir çatışma içerisinde parçalandı.
Ancak bu parçalanma, kontrgerillanın tasfiye edilmesiyle ve örgütleyici merkezinde yer aldığı devletin demokratik dönüşümüyle tamamlanan bir sürece yol açmadı. Tam tersine, AKP-MHP ve “Ergenekon” kalıntılarından oluşan yeni bir devlet iktidarı koalisyonu oluştu. Bu koalisyon, devletin tüm güçlerinin Erdoğan’da merkezileştiği yeni bir rejimle, kontrgerillanın bütünlüğünün yeniden sağlamayı ve devletin merkezine yerleştirmeyi temel alan bir “onarım” sürecini işletmeye başladı. Erdoğan’ın kısa sürede “tek adam diktatörlüğü” biçimini kazanan yeni iktidarının niteliğini belirleyen, varlıkları ve iktidarları kontrgerillanın varlığına ve devletin örgütleyici merkezi olma kapasitesine bağlı diğer kontrgerilla odakları ile kurduğu bu koalisyondur.3 Bu koalisyonun egemen güçler tarafından res’en onay verilen tarihsel misyonu, parçalanan kontrgerillaya yeniden siyasi bütünlük kazandırmak ve devleti bu yeni bütünlük etrafında yeniden örgütlemektir. Ancak Erdoğan-Bahçeli koalisyonu bu “imkansız vaadini” gerçekleştirememiştir. Bugünkü siyasi krizin arkasında bu başarısızlık yatmaktadır.
Düzenin “Cumhur İttifakı” karşısındaki seçeneğini oluşturmak üzere biraraya gelen “Millet İttifakı”, Erdoğan-Bahçeli+ koalisyonunun başaramadığı şeyi başarmayı, hatta ötesine geçmeyi; devlete, hem emperyalizm ve oligarşi ile uyumlu, hem de kontrgerilla merkezleri ile uzlaşma halinde istikrarlı bir düzen kazandırmayı vaadetmektedir. Erdoğan-Bahçeli koalisyonunun, Erdoğan’a verilmiş diktatoral yetkilerle başaramadığı şeyi Millet İttifakı’nın “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” ile başarması tarihsel olarak imkansız görünmektedir. Bu imkansızlık, ne liyakatle ilgilidir, ne de konjonktürel koşullarla. Bu imkansızlık, 1984 (Kürt İsyanı) ve 1992 (ABD’nin Soğuk Savaşı kazanması) sonrası geçirdiği dönüşümlerle sürekliliğini sağlayan Türkiye’nin Sömürge Tipi Faşizminin yeni temellerinin, bu eksenlerde meydana gelen gelişmelerle tahrip olmasından kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin Sömürge Tipi Faşizminin bugünkü krizi gelip geçici, dönemsel veya “politik” bir kriz değil, tarihsel ve yapısal bir krizdir. Bu kriz, düzenin bir siyasi iktidarının yerini bir başka siyasi iktidarının almasıyla çözülemez ve çözülemeyecektir.
Sömürge Tipi Faşizmin tarihsel ve yapısal krizi büyük ve sarsıcı siyasi olaylarla kendisini ortaya koymaktadır. “15 Temmuz Olayı”, bu kriz sürecinin ilk büyük politik ürünüdür. Sürecin ikinci büyük ürünü ise Erdoğan’ın “başkancı” rejimidir. Bu “olaylar”, bir devlet biçimi olarak Sömürge Tipi Faşizmin “işleyişinin” unsurları değil, işleyemeyişinin, tarihsel/yapısal krizinin sonuçlarıdır.4 Bundan sonra ortaya çıkacak politik momentler de Sömürge Tipi Faşizmin bu tarihsel/yapısal krizinin başka momentleri olacaktır.
Egemen sınıf ve güçlerin içinden çıkamayacağı bu kriz süreci Türkiye sosyalist hareketinin önüne, değerlendirebilmesi halinde tarihsel ve devrimci fırsatlar, değerlendirememesi halinde utanç verici bir çöküşün tehlikeli güzergahlarını koyacaktır. Bu süreci tarihsel bir devrim imkanı olarak kavrayabilmemizin başlıca koşullarından biri Sömürge Tipi Faşizmin bu tarihsel ve yapısal krizinin temel unsur ve mekanizmalarını doğru olarak kavramaktır.
Bu sayımızda ve önümüzdeki sayılarda yayınlayacağımız yazılarla böyle bir kavrayış çerçevesini oluşturmaya çalışacağız.
Dipnotlar
1 Boş levha. 17. yy’da İngiltere’de yaşamış, amprisist (deneyci) felsefenin kurucularından John Locke’un insan zihnine dair varsayımı. Locke’a göre insan zihni doğuşta boş bir levha gibidir; insan yaşadıkça akılla ve deneyle doldurur.
2 Bir devlet biçimi olarak Sömürge Tipi Faşizmin temel kavramsal çerçevesi bu sayıdaki Sömürge Tipi Faşizm başlıklı yazıda verilmektedir.
3 Erdoğan, MHP ve bir önceki dönemin kontrgerilla iktidarı odakları arasındaki bu koalisyon tabii ki 15 Temmuz’da kurulmadı; AKP-Gülen Hareketi arasında “yılan hikayesi”ne dönüşen çatışma sürecinde adım adım olgunlaştı. 7 Şubat 2012, 17-25 Aralık 2013 ve 7 Haziran 2015 yeni koalisyonunun kuruluşu ve olgunlaşması sürecinin kilometre taşları oldu.
4 Sömürge tipi faşizmin olağan işleyişi içerisinde kalan kırılmalara örnek 12 Mart ve 12 Eylül’dür.