Başlıktaki uyarı, küresel sigorta tekeli Allianz raporunda yer alıyor. Sınıf çelişkileri öylesine öne çıktı ki tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sermaye iktidarları için asıl sorun bunun giderek ağırlaşan nasıl yönetileceği sorunu.
Bize adeta bir “İşçi Baharı” fragmanı yaşatan Ocak-Şubat 2022, tam 108 işçi direnişine sahne oldu. Direniş, ödüllü ihracat sektörlerini ve altyapısını dijital teknolojinin oluşturduğu yükselen hizmet kollarını vurdu. Pandemide öne çıkan yeni bir işçi hareketi kuşağı rengarenk sokaklardaydı. Kriz, savaş ve salgın fırsatçılığı yapan hiçbir kapitalisti affetmedi. Özel sektör eğitim kurumlarının pervasız patronları, halkın sağlığını sömüren bir avuç ağalık eliti, enerjinin kritik kollarını tekeline alan Türkiye’nin iki numaralı kapitalisti, gerçek bir “proleter tehlike” nasıl olurmuş küçük bir doz almış oldular.
Bizimkiler biraz geç uyandı ama vizyoner kapitalistler zaten bu tehlikeyi öngörmüştü. Milyarder Warren Buffett’ın “Tamam, bir sınıf savaşı var, ama savaşı veren benim sınıfım, zengin sınıf, kazanıyoruz da üstelik!” demişti. Yine Elon Musk’ın, ABD’nin Bolivya darbesinin lityum madenleri için yapıldığı iddiasına verdiği cevapta, “Kime istersek ona darbe yaparız; alışın artık buna!” demişti.
Artık kesin kazanacağından o kadar da emin olmadığı bir savaşı derinleştirdiğinin farkına vardı burjuvazi. Vardı da onun “yerli ve milli” versiyonu biraz geriden gidiyor. Yirmi yıllık iktidar kibriyle, faşist devlet şiddetinin, dinciliğin, cinsiyetçiliğin, ırkçılığın/şovenizmin kimlik çelişkilerinin isinde pusunda boğduğu sınıf çelişkileri kararlı meyvelerini vermeye başladı.
“Böyle dostun varken düşmana ne hacet!” derler ya Hazine ve Maliye Bakanı Nebati, ağzını her açtığında halkın sınıf kinini biraz daha büyütüyor. “Enflasyonla birlikte büyümeyi tercih ettik. Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar. Çarklar dönüyor” diye ifşaatta bulunmasının ardından ortalık yine karıştı. Nasıl bir karmaşanın içinde ki sermayenin rotasını çizeyim derken, aslında direnişin haritasını çizdiğinin farkında bile değildi. Çok görmemek lazım. Neoliberal vaadin çöküşü ve Reisin başkanlığında toparlanan yeni faşist birliğin dağılmasından sonra, kim gelirse gelsin, bocalayacak, kaş yapayım derken göz çıkaracak.
Bu saatten sonra Erdoğan’ın karizması da kurtarmaz. Kur krizinde bunu gördük. 2021’in güz aylarından bugüne “faiz sebep, enflasyon sonuç” tavrında bir ekonomist-komutan kararlılığıyla ısrar eden Erdoğan, yoksul emekçi halkın yaşadığı en büyük yıkımlardan birine imzasını attı. Faiz indirimi, TL’nin değersizleşmesi, kur korumalı mevduat hesapları ve rezerv satışlarına devam edilmesi yetmezmiş gibi, bir de Ukrayna savaşı eklenince artan enerji faturası, enflasyonun kontrol altına alınabileceği iddiasını tümüyle çökertti. Hayat pahalılığının artması ve ücretlerin astronomik erimesiyle yoksulluk, işsizlik arttı, halkın durumu iyice kötüleşti. Sonuç 6 milyon insan açlık, 12 milyon insan yoksulluk sınırının altında. BDDK verilerine göre, son bir yılda milyoner sayısı, 89 bin kişi artarak 600 bin 118’e çıktı. Eğitim, sağlık, barınma altyapısındaki büyük tahribatı hiç söylemeyelim bile. 1,5 milyon civarında konut fazlası olan ve dünyada en çok müteahhidin olduğu ikinci ülkede artan kiraların sonucu barınma krizi yaşıyoruz.
Sokak röportajları da popüler anket verileri de aynı hakikati dile getiriyor: AKP-MHP blokunun desteği azalıyor, iktidar zayıflıyor… Ne var ki “halk ajitasyonlarının” keyfini sürmek nasip olmuyor. Makine devreye giriyor, iktidarını kaybetmektense ülkeyi kana ateşe bulayan Erdoğan portresi yeniden piyasaya sürülüyor. Ancak “birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duydukları bir zamanda” sadece egemenler katında karşılık buluyor söylenti. CHP söz verdiği bölgesel mitinglerini iptal ediyor. Altılı Masa “terör, dış politika ve milli davayı” siyasete malzeme yapmama teminatı veriyor. Millet İttifakı liderleri yurt gezilerinde ahaliyle bireysel temas yöntemini temel alan bir çizgi izliyor. Büyük kitlesel patlamalara yol açacak, ortam hazırlayacak her türlü girişimden uzak durulması tüm egemenleri yine her zaman olduğu gibi tek bir sınıf, tek bir blok haline getiriyor.
Halkın giderek büyüyen, güçlenen, genişleyen öfkesinin Masaların-Sandıkların dar kalıbına sığmayacağını gördüklerinden Erdoğan’ın “aşırılıklarını” onun kişisel üslubuna ve iktidarı kaybetme korkusuna verip halkı sabırla kendi iktidarlarını beklemeye çağırıyorlar. Onlara göre halkın en büyük ve tek öznelliği “sandıkları koruma” yeteneğidir. Oysa bin yıllık devlet geleneğini faşist iktidar pratiğine çok iyi tercüme eden Erdoğan, yeni baskı, sansür, şiddet tedbirlerini hızla devreye sokuyor. Her ne kadar eskisi gibi umduğu desteği bulup toparlanamasa da halkın ne denli tehlikeli bir devrimci potansiyel taşıdığını, “çırak çıkardığı” TÜSİAD temsilcilerinden de müzmin muhaliflerinden de iktidarı sürecinde “yönetici fraksiyona” dönüşen İslamcı burjuvaziden de çok daha iyi biliyor.
Biliyor ki Marmaris’teki orman yangını daha devam ederken “idam cezası” bahsini yeniden açan Bahçeli’yi, “ağza hoş gelmiyor ama” dese de destekliyor. İçişleri Bakanı Soylu ve Adalet Bakanı Bozdağ idam destekçisi sırasına giriyor. İdam suçları listesinin, kundakçılıktan nereye doğru genişleyeceğini tahmin etme zor olmasa gerek. Basına, medyaya, sosyal medyaya sansür yasası yolda. İlk hamlede komisyonda takıldı, ama mantığı zaten fiilen yürürlükte. 16 Haziran’da 16 Kürt gazeteci tutuklandı. Medya/basın sansür yasası, idam kadar eski bir faşist yöntem. Belirsiz tanımlarla, belirsiz kavramlarla, kamu güvenliği, milli güvenlik gibi tanımlarla “lüzumu halinde” gereken herkesi, basını, gazetecileri, sosyal medya kullanıcılarını, aslında tüm halkı hedefliyor.
Bir baskı dalgası olur da kadın cinayetlerine tahrik indirimi, devlet görevlilerine soruşturma yasağı olmaz mı? En son Muğla 3. Ağır Ceza Mahkemesi Pınar Gültekin’i yakarak canavarca öldüren, cansız bedenini parçalara ayıran, kanıtları yok etmeye çalışan Metin Avcı’ya ceza indirimi uygulayarak müebbet yerine 23 yıl hapis cezası verdi. 34 kişinin öldüğü Çorlu ve Ankara tren kazalarına soruşturma izni verilmedi, dosya kapatıldı. Soruşturmadan yırtan TCDD Gen. Müd. İsa Apaydın ile yardımcıları Ali İhsan Uygun ve İsmail Çağlar, sanki aklanmış gibi mağrur tavırla insan içine çıktılar. Bu arada Kılıçdaroğlu’na “linç” girişimine “basit yaralama” cezası verilirken, Canan Kaftancıoğlu’na hapis ve siyaset yasağı cezaları verildi. Erdoğan, egemenler cephesinden çatlak ses çıksın istemiyor. Öyle ki işi, CHP ile de ilişkilendirdiği TÜSİAD’ı terör destekçiliğiyle suçlamayı kadar götürdü: “Beni eleştiren Türkiye’yi eleştirir”.
Artık adeta bir iktidar alışkanlığı haline gelen “Öcalan’ı devreye sokma” girişimlerinin bu sefer Erdoğan’ın işine yarayıp yaramayacağı yine tartışma, taraflaşma konusu. Kürt halkı nazarında yaramadığı kesin. Demirtaş dahil, deneyimli Kürt siyasetçilerin neredeyse tümü hapiste. Kürt gazeteciler hapiste. Onca baskıya karşın bir halkın yaratıcı toplumsal dinamizmine bir türlü engel olamayan ömrünü tüketmiş bir diktatörün çaresiz çırpınışlarını izliyoruz.
Giderek daha fazla zayıflayan iktidarın, durumu kurtarmaya yönelik hiçbir hamlesinin umulan sonucu yaratmadığını defalarca gözledik. İktidar, hani derler ya “kırk yıllık” iktidar; pek bir yenilik unsuru yok yaptıklarında. Sürecin tek yenilik unsuru, isyan ve direnişlerin, işçi sınıfı hareketinde yeni bir perdeyi açtığıdır. İktidarı tökezletenler de onlar. Türkiye’nin en büyük onurlarından Gezi Davası’na verilen ağır hapis cezaları da bundandır. “Gezi/ isyan korkusu”, Erdoğan’ın şahsında tüm egemenlerin sadece tarihsel bir korkusu değil, aşağıdan yükselen her direnişte tekrar takrar yaşadıkları devrimci bir kabustur Gezi.