Üniversitelilerin hem akademik hem de ekonomik sorunların gitgide derinleşiyor. Pandemide uzaktan eğitime geçilmesiyle birlikte üniversiteliler, okudukları şehirlerden apar topar aile evlerine dönmüş, yüz yüze eğitime dönülmesiyle de önemli bir bölümü temel ihtiyaçlarını karşılayamadıkları, hem çalışıp hem okumak zorunda kaldıkları bir hayata geçmişti.
Pandemide üniversiteler kapalıyken yaşanan Boğaziçi Direnişi ilk kitlesel patlama oldu. Geçtiğimiz yılda gençlik hareketi, Boğaziçi Direnişi’nde “Kayyum rektör istemiyoruz!” sözünü hızlı bir şekilde yükseltmişti. Bunun iktidarın ülke genelindeki kayyum siyasetinin üniversitedeki somut karşılığı olduğunu vurgulayarak gençlikte biriken isyan potansiyelini iktidar karşıtı bir mücadeleye dönüştürmüştü. Üniversite dışındaki toplumsal çelişkiler ve isyan potansiyeliyle de buluşmaya çalışmış pandemi koşullarında muhalefete soluk olmuştu.
Uzaktan eğitimle geçen iki yılın ardından kampüslerin açılmasıyla birlikte, üniversiteliler bir barınma kriziyle karşı karşıya geldi. Eylül ayında “Kalacak ev, yurt yoksa parklar bahçeler bizimdir!” diyen gençliğin park nöbetleri hızlıca yayıldı. Pek çok kentte 10 güne yakın parklarda sabahlandı. Gençlik, sorunlarına kendine özgü, yaratıcı eylem biçimleriyle müdahale etmiş ve kendi sözüyle, gündemiyle ülke gündeminde yer edinmişti. Barınma hakkı mücadelesi ile üniversite hareketinin gündemini memleket siyasetinin genel gündemi haline getirebileceği, gündem tayin edebileceği gerçeği kendini ikinci kez hatırlattı.
Gençlik “Nitelikli barınma haktır!” dedi. Dört bir yanda KYK yurtlarında internet yetersizliği, güvenlik ve hijyen sorunu, yemeklerin niteliksizliği karşısında yurt eylemleri görülmeye başladı. İradi şekilde başlatılan park nöbetleri deneyiminin ardından kendiliğinden patlak veren, yurtta kalan tüm üniversitelileri kapsayan ve üniversitelileri yurt önlerine döken bir biçim yaşandı.
Üniversitelilerin tek sorunu barınma krizi değildi. Yemekhane ve ulaşım zamları başta olmak üzere yaşam pahalılığındaki artış üniversitelileri doğrudan etkiledi. Fakat zamlara karşı gelişen tepkiler ezberlerin ötesine geçemedi.
Cemaat-tarikat yurtları ise barınma krizi ve siyasal İslamcı gericiliğin iç içe geçtiği bir sorun alanı olarak karşımıza çıktı. Gerici cemaat-tarikat yurtlarında yaşanan intiharların uyandırdığı toplumsal öfke cemaat yurdunda kalan sıra arkadaşımız Enes Kara’nın intiharı ile gençliğin; gericiliğin, geleceksizleştirmenin ve cemaat-tarikatlara mecbur bırakılmasının sonuçlarını en acı şekilde gözler önüne serdi. Enes Kara’nın intiharı sonrasında gençlik hareketinin Boğaziçi ve barınma eylemlerindeki gibi sürekliliği olan bir direniş hattı kurması sağlanamamış olsa da yapılan geniş katılımlı ve militan eylemlerle ses getirdi.
Boğaziçi Direnişi deneyimi özerk-demokratik üniversite mücadelesinin değişen-dönüşen ve yeni formlar kazanan bir tarafını bizlere gösterirken, barınma krizi karşısında örgütlenen Barınamıyoruz ve Yurtsuzlar deneyimleri ise üniversitelilerin temel sorunlarının hangi biçimlerde örgütlenebileceği, nasıl bir harekete dönüştürülebileceği ve en geniş üniversiteli kitleleriyle temas kurmak, harekete geçirmek gibi sorunların pratikte sınanan olumlu-olumsuz sonuçlarını verdi. Kampüslerde polis, ögb ve sivil faşistlerce gerçekleşen saldırılar karşısında, yer yer direniş eğilimleri ortaya çıksa da üniversitedeki ilerici unsurların bugünkü dağınıklığı faşistlere tam anlamıyla bir geri adım attıramadı. Ona rağmen kampüslerdeki özsavunma pratiklerinden çıkan uçlarla yıllar sonra tekrar güçlü bir antifaşist mücadele olanağı tartışılır hale gelebildi. Gençlik hareketi içinde bulunduğu yılların atıllık halinden tamamen bir kurtuluşu henüz gerçekleştiremese de bugün hala umut vadeden cüretiyle bunun çok da uzağında olmadığını gösteriyor.