İnsanlık 21. yüzyıla adım atarken, kapitalizmin tarihin son durağı olduğu, ileride gidecek bir yer olmadığı, gidenin de geri dönmek zorunda kalacağı iddiası yüksek sesle savunulabiliyordu. Reel sosyalizmin 1991’deki çözülüşünün ardından ortaya atılan bu iddia yalnızca emperyalist kapitalist kampın zafer çığlığı değildi. Dünya sosyalist hareketindeki yansımasını da devrimin ne gerekli ne de mümkün olduğu fikrinin adım adım yerleşmesinde bulacaktı.
Dizginlerinden boşalan kapitalizm, hızla dünyanın henüz kapitalistleşmemiş alanlarına yayılıp tarihinde ilk kez evrensel bir sistem haline gelerek bütün gezegeni ve toplumsal ilişkileri kuşattı. Sadece üretim alanındaki çelişkiler değil yeniden üretim alanındaki çelişkiler, cinsel, dinsel, ulusal baskı ve ekolojik çöküş de emek-sermaye çatışmasının gündemleri haline geldi. İşçi sınıfının bileşimi ve sınıf mücadelesinin kapsamı giderek genişlerken, yeni işçi sınıfı katmanları ve toplumsal mücadeleler ile örgütsel ve programatik bağları aynı biçimde gelişmeyen ve sistemin faşist terörü de içeren saldırganlığı karşısında ağır darbeler alıp gerileyen sosyalist hareket ise kendi öznel gerçekliği içinde devrimci siyasetin imkânsızlığı fikrine ikna oluyordu.
2008 geldiğinde, tarihin gongu “kapitalizmin son durak olduğu” efsanesini yerle bir edecek şekilde çaldı. Emperyalist kapitalist sistemin merkezlerinde patlak veren finansal kriz, daha sonra dünyaya yayılarak bir küresel ekonomik kriz halini aldı. Bu, kapitalizmin yeni bir genişleme programı ile aşılabilecek devrevi bir krizi değil 500 yıllık döngüsünün sonuna işaret eden tarihsel kriziydi ve yeni bir toplumsal devrimler çağını davet ediyordu. Krizin emekçilere fatura edilen yıkımı ile birlikte emperyalist merkezlerden Ortadoğu’ya, Afrika’dan Orta Asya’ya, Latin Amerika’dan Avrupa’ya bütün dünyaya yayılan halk isyanları ve kitlesel direniş hareketleri ise yeni toplumsal devrimlerin kendisi değilse bile habercisi olarak dünya sahnesine yerleşti.
Bugün krizde olan şey bir bütün olarak kapitalist uygarlıktır. Burjuvazinin bir çözümü yoktur. İçinden geçtiğimiz dönem, işçi sınıfının savunmada kaldığı değil kendi kurtuluş mücadelesini ezilen ulusların, cinsiyetlerin ve doğanın kurtuluşu ile bütünleştirdiği bir sosyalist atak dönemi olmalıdır. Bu da devrimci siyasetin, günün direniş hareketlerinden devrimci iktidar mücadelesine doğru bir yol açan programı, eylem çizgisi ve öncü devrimci partisi ile yeniden inşasını öncelikli siyasal görev olarak önümüze koymaktadır.
Neoliberal yeniden yapılanmanın sonuçları, kriz ve direniş Türkiye’de de kendi özgünlüğü içinde yaşanmaktadır. Küresel ekonomik kriz yeni-sömürge kapitalizmini ve sömürge tipi faşizmi temellerinden sarsan sonuçlar üretti ve hem ezilen sınıfların isyanını hem de egemen sınıflar içi çatışmaları tetikledi. 2013 Haziran İsyanı (Gezi Direnişi), 17-25 Aralık 2013 operasyonları, Ekim 2014 Kobanê Direnişi, 7 Haziran-1 Kasım 2015 seçimleri arası faşist terör süreci, Kürdistan’da yerel öz yönetim ilanları ve “isyan bastırma” süreci, 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi ve sonrasında 16 Nisan 2017 Anayasa Değişikliği Referandumu’nu da içeren OHAL süreci…
Türkiye sosyalist hareketi tüm bu süreçte isyan ve direniş hareketlerinin içinde, faşizmin de hedefinde olmasına rağmen ne direnişin sürükleyici inisiyatifi olabildi ne faşist terörün yıldırıcı etkisi karşısında güven verici bir karşı duruş sergileyebildi. Bu nedenle iktidar mücadelesinin egemenler arası gerici çatışmalara hapsolmasını da engelleyemedi. Haziran İsyanı ve 10 Ekim Katliamı, Türkiye sosyalist hareketinin devrimci sınıflara politik öncülük yapabilmek için gereken örgütsel-programatik bağlardan ve devletin şiddeti karşısında mücadelenin sürekliliğini sağlayabilecek devrimci siyaset araçlarından, esas olarak da devrimin güncelliği fikrinden kopukluğunu açığa çıkardı. Yenilgi iyi bir okul olabilirdi ancak bu da özeleştiriyi ve kendi kendini günün direniş hareketleri içinde yeniden inşayı gerektiriyordu. Yenilginin ve yetmezliklerin dış sebeplere bağlanarak akılcılaştırılması, kendi öznel gerçekliğine hapsolan sosyalist harekette yeni bir çözülme ve sağcılaşma sürecini tetikledi.
Pandemide iyice belirginleşen biçimde küçük burjuva (ücretli “orta sınıf”) bir tabana daraldığı görülen sosyalist hareket içinde, proleterleşme sürecine karşı tepkisi bir geriye dönüş özlemi olan bu kesimin ulusalcı refleksleri belirginleşti. Suriye savaşı ile birlikte uluslararası bir çatışma düzleminin göbeğine oturan Kürt hareketinin ABD ile kurduğu askeri işbirliğine yönelik eleştiri, Türkiye içinde ağırlıklı olarak Kürt sorunu ekseninde gelişen faşist saldırganlığa karşı mücadeleden imtina edilmesinin bahanesi haline getirilebildi. “Cumhuriyetin kazanımlarını savunma” adı altında utangaç bir devletçilik sosyalist hareketin bir bölümü içinde giderek belirleyici hale geldi.
Sol popülizm, parlamentarizm, düzen içine sığma ve temsil alanına sıkışmış bir çizgi ile kendini burjuva siyaset düzleminde gösterme çabaları tek çıkar yol olarak savunulabildi. Türkiye halkları faşist terör ile baskı altına alınmış seçimlerle örülü bir süreçte burjuva siyaset düzlemine, muhalefet de sandığa hapsedildi. Kapitalizmin tarihsel krizi ve direniş hareketlerinin ortaya koyduğu devrimci potansiyel yok sayılarak, devrimci siyasetin imkânsızlığı fikri genelleşti.
DEVRİM dergisi, bugünün devrimci çizgisini somut ve gerçekçi bir seçenek olarak ortaya koyamayan sosyalist hareketin öznel gerçekliğinden türeyen bu durumun eleştirisidir. Devrimci siyasetin programı, eylem çizgisi ve devrimciler örgütü ile yeniden inşasını görev olarak önüne koyan bir özeleştiridir. Ne “özeleştiri” bir günah çıkarma ne de “yeniden inşa” basit bir iç düzenlemedir. Proleterleşmiş halk hareketleri somutluğundaki işçi sınıfı hareketinin devrimci dinamizmine ve kapasitesine güveni esas alan DEVRİM dergisi, özeleştirinin ve yeniden inşanın imkânını işçi sınıfının ve toplumsal müttefiklerinin neoliberalizme ve faşizme karşı direniş hareketlerinde, bu direniş hareketlerinden devrime uzanan bir yol açma çabasındaki militanların iradesinde aramaktadır.
DEVRİM dergisi, geleneği ve birikimi ile de mevcut varlığını sürdürmenin değil günün devrimci siyasetini inşa etmek için yeni bir yol açma çabasının gereği olarak ilişki kuracaktır. THKP-C ve Devrimci Yol’un ideolojik-politik mirasına ve neoliberalizme karşı halkın hak mücadeleleri temelinde açığa çıkan devrimci pratiğe yaslanarak, tam da 2008 krizinin öngününde çıkan Halkın Devrimci Yolu bildirgesinde ortaya konan teorik-politik çabayı, “Neden yapamadık, nasıl yapabiliriz?” sorularına günün devrimci pratiği içinde yanıt arayarak sürdürecektir.
DEVRİM dergisinin sözcüsü ve tartışma platformu olacağı devrimci siyasi hareket, partileşme sürecini, hareketin ideal gelişimini tamamlamadığı varsayımıyla, hiçbir zaman hazır olunduğundan emin olunamayan ve kendi öznel gerçekliğine hapsolan bir belirsiz geleceğe ertelemeyecektir. Halk direnişi eksenlerini devrimci bir doğrultuda derinleştirmek, geliştirmek için ön saflarda mücadele eden devrimcileri, bugünkü devrimci sürecin, bilinçli devrimci öznesi olarak örgütlemeye kararlıdır.
DEVRİM dergisi, direnişin içinde devrimci siyasetin yeniden inşasına girişen devrimci işçilerin, kamu çalışanlarının, kır emekçilerinin, yoksul mahalle militanlarının, üniversiteli gençliğin, kadın ve LGBTİ+’ların, yaşam ve doğa savunucularının neyi ne için yaptığını bilince çıkaran eylemli fikridir. Ufkuna devrimci iktidar mücadelesini koymuş direnişçilerin ideolojik-politik netliğini ve birliğini sağlamanın aracıdır. Marksist-Leninist ideolojinin devrimci yöntemi ışığında direniş hareketlerinin hem öğrencisi hem eğiticisi, kolektif örgütçüsüdür.
Bir direniş çağının içindeyiz ve direnişten devrime doğru bir yol açmak için, tarihsel öncüllerimizin mirası, hak mücadeleleri içinde elde ettiğimiz deneyimlerimiz, isyan ve yenilgilerimizden çıkardığımız dersler ve yeniden inşa irademizle yürüyoruz. Biz adımlarımızı atarken, yedi iklim dört bucağıyla kesintisiz bir direniş alanına dönen yeryüzünde bir slogan belki de ilk kez bu kadar evrensel bir yankıyla ve tam da zamanında atılıyor: TEK YOL DEVRİM!