1. Ani direniş patlamaları, ardından gelen halk isyanları… İsyanlar direnişe, direnişler isyana dönüşüyor; ne var ki bir türlü devrime dönüşmüyor. Halk patlama noktasına geliyor, ancak kurucu, birleştirici, bütünleştirici bir devrimci kuvvet noktası ortaya çıkmıyor. Sistem, tarihsel devrimci karşıtından gelen bu ilk hamleleri -şimdilik!- savuşturmayı başarıyor; isyan ve direnişleri etkisizleştiriyor. Burada kilit sorun ‘politik kitle pasifikasyonu’dur. İsyan ve direnişlerin sınıfsal-toplumsal öznelerinin -harekete geçen halkın- her seferinde pasifize edilmesidir. Polis terörü, şiddet, seçim, kara propaganda, borçlandırma, sömürünün görece yumuşatılması (nispi refah) bunun önde gelen yöntemlerindendir. Oligarşi (faşizm) ile halkın tepkileri arasında oluşan suni denge devrimci güçler lehine bozulmadıkça, pasifikasyon kilidinin kırılma olanağı da yok. “Politikleşmiş askeri savaş stratejisi”nde, “öncü savaşı” (silahlı propaganda) taktikleriyle kilidin kırılması ve halkın devrime hazırlanması zorunlu görülmüştü. Suni denge kırılabilir bir dengedir; adı üstünde “suni” denge, yani kararsız denge, çatışmanın seyrine bağlı olarak her an bozulabilir denge demektir. Bugün faşizme karşı mücadelenin anahtarı da öncü savaşının çağımıza özgü yeni yollarını açarak politik kitle pasifikasyonunun (suni denge) kırılmasında saklıdır. Yaratıcı direniş taktikleri, güçlü bir devrimci kitle hareketinin örgütlenmesi ve isyanların devrime dönüşümü için sayısız olanak ve sürprizleri barındırıyor.
2. Faşizme karşı mücadelenin temel alanı devlet sisteminin yıkılmasıdır. Öteden beri bunu hep bir politik devrim görevi olarak gördük. Ne yazık ki bu konuda epeydir baskın gelen popüler akademik-liberal anlayış, faşizm denilince daha çok “devletin kurumsal teşkilatlanmasına” odaklanıyor. Elbette devletin örgütsel yapısı önemli olmakla birlikte, bunun altında yatan nedenleri, yani hareket, çatışma ve eylem alanını sorun ve görev haline getirmiyor, görmezden geliyorlar. Faşizme karşı direniş taktikleri, devrimci sınıfa ve devrimci toplumsal güçlere odaklanmalı. Zaten devletin kurumsal yapısı da proleterleşmiş Türkiye toplumunun çelişkilerinin yönetiminin gereklerine göre biçimlenmektedir. Tarihsel dersler gösteriyor ki çelişkilerin patlamasından doğan hareketleri (memnuniyetsizlik, öfke, tepki, protesto, isyan) bastırmadan faşizm yeni bir rejim biçimine dönüşememektedir. Demek oluyor ki faşizmin en güçlü ve de en zayıf noktası, kırılganlığı isyan ve direnişlerin bastırılmasında saklıdır.
3. Faşizme karşı direniş hareketi temel yöntemlerini devrimci sınıfın ve devrimci toplumsal güçlerin özniteliğinden alıyor. Genişleyen politik toplumsal bileşimiyle potansiyel olarak tarihin en yetenekli devrimci sınıfına dönüşen işçi sınıfı yeni direniş dalgalarının da öncülerinden. Sınıfsal genişleme her ne kadar bir bölünmüşlük görünümü yaratsa da sınıfa katılan her parça aynı zamanda kendi direngenlik kapasitesini de sınıfa kazandırıyor. Eğitimli işçiler, hünerli meslekler, eğitim-sağlık-enerji gibi stratejik alanlar yeni direniş taktikleri üretiyor. Bir sömürü ve sınıf savaşları alanına dönüşen kentlerin sokakları ve meydanları kent proletaryasının eylem alanları haline geliyor. Yoksul emekçi mahalleler hak temelli çıkışlara sahne oluyor. Feminist hareket, cinsel özgürlük hareketi, ekolojik hareket, türcülüğe karşı hareket, direnişin yeni toplumsal yataklarını oluşturuyor. Mülksüzleşmeden güvencesizleşmeye proletaryanın evrensel özellikleri, direnişe proleter bir nitelik kazandırıyor.
4. Direnişlerin parçalanmışlığından doğan yenilgiler, faşizme karşı direnişin birliğini (“direniş temelli birlik”) yakıcı bir görev haline getiriyor. Etkisini yitirmiş “geleneksel örgütlerin” kararlı bir kitle hareketine dayanmayan “üst birlikleri” en küçük bir sarsıntıda dağılıyor. “Tüm anti-faşist güçlerin birliği” gibi kulağa hoş gelen “birleşik direniş cephesi” ya da “halk cephesi” gibi çağrılar ise ömrünü tüketmiş bir tarihsel çağın olguları. İşçi-köylü-küçük burjuva-“ilerici burjuva” birliğine dayanan bu ittifak tarzının tarihsel temeli ortadan kalkmıştır. Büyük proleterleşme dalgasıyla işçi sınıfının genişlemesi ve toplumsallaşması; burjuvazinin ise demokrasi, laiklik, toplumsal hak ilkelerini terk etmesiyle bu temel çözülmüştür. Direnişin proleterleşmesi, bugünün birlik yöntemine de proleter bir nitelik katıyor, “işçi sınıfı-içi ittifak” tarzı bugünün ana yönelimini oluşturuyor.
5. Özel polis/güvenlik birliklerinin, dijital kontrol aygıtlarının, kitlesel etkisizleştirme silahlarının kentleri birer “savaş meydanı” haline getirmesi, örgütlenme ve mücadele yöntemlerinde radikal bir değişimi zorunlu kılıyor. (“Toplumsal savaş yönetimi olarak faşizm-I”, Devrim, sayı 2) Bu her şeyden önce tüm hareketlerin aynı zamanda b ir direniş hareketi olarak da örgütlenme zorunluluğudur. İşçi hareketinden feminist harekete, en küçük protestodan salon toplantılarına tüm eylemleri faşizme direniş ilkesinin yordamından da geçirmeliyiz. Kaldı ki bugün polis kuşatmasını kırmadan sıradan bir basın açıklaması yapmak bile imkânsız hale gelmiştir.
6. Toplumsal çözümlerin izindeyiz. Sadece pandemi-deprem felaketinde değil, tüm yaşamı bir toplumsal felaket olarak yaşıyoruz. Artık halkın, işçilerin, kadınlara, gençlerim, aydınların, göçmenlerin, LGBTİ+ların, sağlıkçıların “hayatta kalma” davası toplumsal yaşamın bir gerçekliğidir. Faşizme karşı özsavunma, insanın indirgendiği hiçlik noktasında filizlenen yaşama yeniden tutunma iradesidir. Yaşam ve çalışma alanlarımızın polisten, paramiliter çetelerden, gerici cemaat-tarikat yapılarından, uyuşturucu çetelerinden arındırılması, mahallenin/kentin politik programının devrimci içeriğini oluşturuyor. Tıpkı mahalle yüzeyindeki eğitim-sağlık-enerji gibi temel toplumsal hak üretiminin sermaye egemenliğinden, gericilik, ırkçılıktan, cinsiyetçilikten arındırılması ve proleter toplumsal içerikle yeniden inşa edilmesi gerektiği gibi. Eğitimden sağlığa, barınmadan beslenmeye, ırkçı şiddetten polis şiddetine kadar gündelik hayatın hemen her alanında direnen tekil toplulukları tutarlı bir mücadele programı etrafında birleştirmek direniş hareketinin rotasını oluşturuyor. Rotanın hedefinde yepyeni insan ilişkileri, örneğin “yeni yaşam meclisleri” var: Çürümüş burjuva yaşamın yıkıntılarından yükselen proleter demokrasinin acemi örnekleri, kendi kaderini eline alan bir halkın özyönetimi sayısını artırıp, birbiriyle temasa geçirip devrimci kitle ilişkilerinin temeli haline getirmek en sevdiğimiz yapı ustalığı.
7. Direnişin sabit bir alanı (cephesi) olduğunda yenilgi psikolojisini derinleştiren etkilerde bulunuyor. Sabit, kendini tekrar eden direnişlerin bıktırıcı, daraltıcı etkilerini çok gördük. Tekrar eden direnişler polis tarafından kolayca etkisizleştirdiği gibi, “değişmez eylem noktalarında” sürekli dayak yiyen eylemcilerin görüntüleri polis terörünün halk üzerindeki yıldırıcı etkisini artıyor. Bizi tecrit etmek, bezdirmek ve hayattan koparmak için tasarlanmış polis kuşatmasını, direnişi tüm kent yüzeyine, arka mahallelere yayarak, “yeraltına” çekerek kırabiliriz. Biz, kentin “resmî” eylem noktalarına bağımlı bir “sosyal çevre” değiliz. Kolektif politik programın akılcı temelinde, zorlu güven testlerinde sınanmış devrimci yoldaşlık ilişkileriyiz. Şansa inanmayız, örgütlü güvence altına almadığımız hiçbir işten başarı beklemeyiz. Kendimizi çağın en ileri fikirleriyle, en sağlam istihbaratıyla donatmadan, bilimsel politik bilgiyi devrimci pratikle ilmek ilmek işlemeden türlü iktidarların manipülasyonlarına karşı savunmasız olduğumuzu hiç aklımızdan çıkarmayız. Biz devrimciler örgütüne, özsavunmaya, derinlemesine kitle ilişkilerine güveniriz! Geçmişimiz, geleceğimiz, uğruna ömür tükettiğimiz, savaş örgütümüz, ütopyamız, yuvamız, devrimci pratiğimiz, her şeyimiz devrimciler örgütü. Her daim çürümüş bedenlerle beslenen iktidarları yıkmak “eğlenceli” devrimci bir görevdir. İsyanımız bundandır!