Bu yazıyı dinleyin

Yasımızla, öfkemizle, isyanımızla!

Depremin hemen ardındaki günlerde deprem bölgesinde olmayan kentlerde de hissedilen bir sarsıntı yaşadık. Yaşamın bütün dinamikleri yerinden oynamış, devletin kurumları iflas etmiş hareketsiz bir durumdaydı. Bir yandan sosyal medyada insanlar enkaz altından yardım tweetleri, videoları atıyordu, bir yandansa iş makinası, enkaz kaldırma için aletler bulmaya çalışıyorduk. Ne yapacağını ne diyeceğini bilmeyen, ilk elden hemen eşya toplamaya çalışan insanlar vardı. Kentlerin sessizleştiği, ıssızlaştığı birkaç gündü ve hepimizin aklına öncesinde hiç konuşmamışken bu kaotik ortamı görüp şu söz gelmişti: “Gök kubbenin altında tam bir kaos var: Koşullar çok uygun”

Gök kubbenin altında bir süredir koşullar çok uygun aslında, neoliberal patriyarkal kapitalizmin krizi yerküreyi yaşanılamaz, yaşamı yeniden üretilemez hale getirdi. Son yıllarda yaşadıklarımız bunu anlatıyor: Pandemi, kitle katliamları, yoksulluk, ekolojik yıkımlar, savaşlar, göçler, kadın kırımının artarak devam etmesi… Yerkürede bir süredir kaos var. Bununla beraber yerkürede bir süredir bütün bu saldırılar karşısında direnen halk hareketleri, özneler de var.

Feminist hareket meydana gelen büyük yıkıma patriyarkal kapitalizme karşı biriktirdiği yaşam mücadelesi pratiğiyle, ilkeleriyle, yöntemleriyle müdahale ediyor. Her gün katledilen şiddete uğrayan kadınlar için yaşamaya, yaşatmaya, yeni bir yaşam kurmaya dair mücadelemiz feminist hareketin hızlı refleks gösterebilmesini, deprem öncesi çalışmaların veya bölgede ittifak kurabildiği kurumların olduğu yerlerde kadın çadırları ya da kadın dayanışma noktaları kurabilmesini sağladı. Sadece bölgede değil 8 Mart’larda memleketin birçok kentinde iktidarın yarattığı bu yıkımın hesabını sormak için polis şiddetine, baskılara rağmen sokakları meydanları doldurdu.

Yasta değil isyanda olduğumuz sürece başa çıkılabilir bu denli bir acıyla, katliamla. Ölümle nasıl başa çıkılır… devletin o ölümün sorumluluğunu almaması karşısında nasıl hesap sorulur… hayatta kalan kadınlar için yaşam özel alandan kamusal alana nasıl yeniden inşa edilir… bugün feminist hareketin deneyimleri deprem bölgesindeki halkın yeniden bir yaşam kurmasında yol gösterici oluyor. Bir yandan yaşamı kurarken diğer yandan büyük yıkımın faillerinden hesap sormaktan vazgeçmiyor.

Tüm memlekete yayılan neoliberalizmin felaketinin içerisinden yaşamın yeniden kurulması ancak kadınlarla ve muhakkak feminist ilkelerle mümkün olabilir. Deprem öncesinde de kadınlar için eşitsiz koşullar yaratan kentler, yaşanılan yıkımın sonuçlarının kadınlar açısından bambaşka yaşanmasına yol açıyor. Örneğin tuvalete gitmek, duş almak kadınlar için ciddi bir güvenlik problemi yaratabiliyor. Çadırların kilidinin olmaması özellikle geceleri ciddi bir güvenli alan sorunu yaratabiliyor. Bugün kentlerin yeniden inşasında, yaşamın yeniden inşasında kadınlar kurucu politik bir özne olarak var olmak zorundadır. Kadınların yaşamın üretilmesinde ve yeniden inşasındaki etkin rolünden kaynaklı gelişen bu kuruculuk ve önderlik, erkek egemen bir toplum içerisinde görünmezleşebiliyor. Örneğin gittiğimiz köylerde muhtarının beceriksizliğine ve süreci yönetememesine tepki göstererek kadınlardan biri mutlaka sürecin örgütlenmesini üstlenmiş oluyor ama yine de muhtarlık yani kurumsal temsil erkeklerde. Kadınlarda doğal gelişen kurucu önderliğin, yaşamın yeniden inşasında feminist politik özne olarak rol oynayabilmesini sağlamak gerekiyor. Bu bir tercih değil, bir zorunluluk. Antakya’daki yıkıma dair söz söyleyen ilk eylemlerin kadınlar tarafından yapılmış olması kadınların kentin yeniden inşasındaki kurucu potansiyeline dair bir örnek.

Bugün depremin meydana geldiği kentlerde yaşamın nasıl sürdürüleceği, bunu kimi garanti altına alacağı bir sorun. Yaşadığımız yıkım kentlerde toplumsal yeniden üretimin bütün alanlarında değişikliklere yol açtı. Hane içinde ve dışında, ücretli-ücretsiz çalışma alanlarında, temel kaynaklarda (su, yemek gibi), temel kamusal hizmetlere erişimde (eğitim, sağlık, barınma vb) ve bakım biçimlerinde, sosyal yaşamın ritmi tamamen değişti. Deprem öncesinde de neoliberal yıkım sonucu pandemiyle iyice krize girerek iflas eden temel kamusal hizmetlere erişim sağlanamıyordu. Bakım yükü kadınların üzerine yıkılıyor, kreşler, yaşlı bakım merkezleri kapatılıyor veya özelleştiriliyordu. Depremle beraber normalde yaşamın sürdürülebilirliğini sağlayan aile, piyasa ve devlet ilişkilerinin çözüldüğü bir durum oluştu. Bu çözülen yapının yeri kısa vadede doldurabilecek gibi görünmüyor. Ancak bizim yerine neyi koyduğumuz, hangi ilkelerle, kimlerle inşa ettiğimiz, yeniden inşa edilecek kentlerin niteliğini belirleyecektir. Bugün kentlerde kolektif bir yaşamı inşa ederken atacağımız her adım, kuracağımız aşevi, çamaşırhane, tandır, kreş, çadır alanı kadın sorunudur. Bu alanların işletilmesinin toplumsal cinsiyet rolleri gereği kadınların üzerine kalmaması, o bölgede yaşayanların ortak sorumluluğu haline getirilmesi gerekiyor. Bu nedenle mahallelerde kurulan halk meclislerine kadınların aktif katılımı sağlanmalı, ilkeler oluşturulmalıdır. Özellikle halk toplantılarının saatlerinin kadınların üstüne yüklenen çocuk bakım, yemek yapım saatlerine denk getirilmemesi, kadınların katılımından taviz verilmeden planlanması önemlidir.

Kadınlar açısından bu süreçte başka bir öznellikle var olabilmenin ön koşulu gündelik yaşamın kadınlar yararına düzenlenerek kurulmasıdır. Bunun için ilk olarak deprem sonrası daha da çok yüklenen bakım yükünü ortaklaştırmanın kanallarının oluşturulması (Şu an kentlerdeki çocuk çalışmaları bu yükü hafifletse de kalıcı çözümler ve dönüşümler üretebiliriz) ve üretime katılmalarının piyasanın sömürü ilişkileri içerisinde ucuz iş gücü olmayacakları biçimlerinin oluşturulması (Kooperatifler Nikaragua, El Salvador ve Meksika gibi ülkelerdeki örneklerinde kadınların sadece üretim sürecine katılmalarını değil kentteki toplumsal yaşamın düzenlenmesinde de rol oynamıştır) gerekli. Bölgede artan erkek şiddetine karşı bir yandan devlete sorumluluğunu hatırlatıp 6284’ten doğan haklarımızı savunarak, bir yandansa, yerellerde kadınların öz örgütlenmelerini özsavunma örgütleri biçimiyle inşa ederek, güven veren gerçekçi bir çözüm sunulabilmesidir.

Bölgedeki ve kentlerimizdeki depremden etkilenen kadınların yasının, derdini, duygularını yaşayabileceği özel alanlar kurarak kadınların kendilerini ifade edebilecekleri alanlar oluşturuyoruz. Kente ve yaşamlarına dair sorunları birlikte konuşup yine çözümünü birlikte bulup örgütleyebilecekleri özyönetim mekanizmaları olarak ortak mekanlar, toplanma biçimleri örgütlemek bu süreçte önemli.

Depremden etkilenen kadınların yaşamlarının içine girerek, tüm ailenin yükünü aldığını bilerek ama onunla kendi öznelliği içinde bir kadın olarak ilişkiye geçerek, çadırlarında, bahçelerinde vakit geçirerek, yaptığı işleri yaparak yani yemek yaparak, çocuğuna bakarak ilişki kuruyoruz. Bu da elbette çok hızlı güven ilişkisi kurmamızı sağlıyor. Bu ilişkinin kalıcılığını ise elbette çalışmanın sürekliliği sağlıyor. Kadınlardan en sık duyduğumuz sözlerden biri “Siz gideceksiniz ama biz kalacağız”. Onlar gitmeden gitmeyeceğimizi göstererek, gidenlerimizin de gittikleri yerlerde aynı mücadeleyi büyüttüklerini anlatıyoruz. Her ne kadar rotasyonlar halinde bölgeye gidiş gelişler yapılsa da, aslolarak feminist hareketin ilkesel örgütsel yapısı çalışmanın devamlılığını sağlıyor, deneyimleri aktarmamıza neden oluyor.

Yaşadığımız büyük yıkımın içerisinden devrimci bir çıkışın ancak feminist biçimde mümkün olacağını biliyoruz. Feminist hareketi karakterize eden özelliklerinden biri de somut mücadeleler içinde kök salabilmesidir.  Deprem bölgesindeki özgün mücadeleler ile kentlerdeki mücadelemiz arasındaki bağlantıyı üretebilmesidir. Bunu sağladığımız durumda sadece depremin etkilediği kentlerde değil memlekette başka bir yaşamın mümkün olduğunu gösterebiliriz.

Dipnotlar

1. Şunu da unutmamak gerekir depremle beraber devlet mekanizmaları işlevsizleşmiş, piyasa ilişkileri çözülmüş olsa da aile dediğimiz kurum kendini hızla bu yeni koşullarda inşa etmiş; çekirdek aileden geniş aileye hızlı bir geçiş yaşanmıştır.

2. Veronica Gago, Feminist Enternasyonal, Sol Kültür Yay.