Deprem bölgesinden ilk kolektif isyan, köklü bir yas geleneğini simgeleyen riyhen demetlerini bayraklaştıran kadınlardan geldi. Ve Sevgi Parkı’nda vali yardımcısının şahsında devlete kafa tutan “kolektif halk iradesi” ne denli doğru bir yolda olduğumuzu gösterdi. Hüznü isyana dönüştüren Samandağlı kadınlar, toplumsal dayanışma hareketinin militan doğrultusunu gösteren ilk kıvılcımı çakmış oldu. Mağduru özneye dönüştüren kadınlar ve “sevgi parkı halkı”, yıkımı devrime dönüştürmeyi hedefleyen devrimciler için ilham verici. Halkı politik özne, yıkımı devrime dönüştürecek bir hareket için işaret fişeği afet bölgesindeki “öncü” adımlarla tüm ülkeye yol gösterecek şekilde çoktan ateşlendi: Biz artık “sermayenin yaşayan ölüleri”1 değiliz! Ölümüne çalıştırılan çocuk işçiler, katledilen kadınlar, göçmenler, tüm ezilen proleter insanlık için de bir çıkış yolu bu.
Faşizme karşı mücadelenin ağır yükleri altında geçirdiği hayatının son günlerinde Walter Benjamin, bütün insanlığı son bir kez yaklaşan tehlikeye karşı şiddetle uyarmıştı: “Doğayı, toplumu, halkları, bütün insanlığı yıkıma uğratan kapitalizmi durdurmazsak, dosdoğru bir felakete, toptan yok oluşa gidiyoruz! Devrim hızlıca uçuruma doğru giden trenin imdat frenidir.”2 Şimdi frenlere sıkıca asılmanın tam vakti.
“Deprem toplumunun” krizleri kapitalizmin tarihsel krizine özgül stratejik bir boyut kazandırdı. Sermaye uygarlığı teşhir oldu. Koruyucu, kudretli devlet algısı sarsıldı. Oligarşi ifşa oldu. Ne var ki hiçbir alternatif iktidar odağı, hiçbir politik ittifak bundan kendine pay çıkarmasın; “devletin ve Erdoğan iktidarının yetmezliğini” gösteren dayanışma hareketinin hızı ve becerisidir. Proletaryanın en duyarlı, en yetenekli özneleri felaket koşullarında bir toplumsal dayanışma hareketi olarak kendini gösterdi. Sosyalist hareketin ve özel olarak Devrimcilerin de içinde etkin, ilerletici bir varlık kazandığı yeni bir gelişme rotası ortaya çıktı. İçimizde tarihsel bir yara olan “inandırıcılık ve güvenilirlik” sınavından yüz akıyla çıkmış olsak da yine de fazladan bir kişi daha kurtaramamış, bir kişiyi daha yaşatamamış olmanın sorumluluğunu, yoksunluk acısını hissediyoruz. Ortaya çıkan olanak ve olasılıkların, yakaladığımız devrimci momentumun kıymetinin bilincindeyiz.
Böyle bir zamanda değilse ne zaman en radikal çağrımızı gündeme getireceğiz? Somut devrimci hayallerimizi sınamak için vaziyet mükemmel. Acil yaraları sarma dışında, “deprem toplumunu”, kolektif dayanışma-eşitlik-özgürlük temelinde örgütleyerek yeni bir toplumsal inşanın öznesine dönüştürme hedefinin gerisine düşen hiçbir yaklaşımı kabul etmiyoruz. Gündelik gerçeklik, kargaşa, acımasızlık, yas ve acıların ortasında halkın yaşamını idame ettirme kavgasının içinde yer almaktan elbette onur duyuyoruz; asla bunları yapagelmekten yüksünmüyoruz. Bununla birlikte basit yardımlaşma etkinliklerinin ötesinde yeni bir toplumsal örgütlenmenin temel gereklerinin de farkındayız. Bunlar “daha zamanı gelmemiş toz pembe hayaller” olarak görülemez. Dayanışma-eşitlik-özgürlük ihtiyacı, acil beslenme-barınma-sağlık-eğitim ihtiyaçlarının ayrılmaz parçası, temel bileşenidir.
Karanlığın kat kat kuşatmaları ortasında en küçük bir yaşam belirtisine bile sıkıca sarılacağız. Hayallerimiz var, ama hayalperest değiliz. Tekrar tekrar deneyeceğiz, icat edeceğiz, tasarlayacağız, hata yapacağız, yeni baştan başlayacağız, en mükemmel şeklini verinceye dek farklı şartlar altında yeniden ve yeniden sınayacağız. Tam zamanı gelmiş, öznesiyle buluşmuş, şartlarına kavuşmuş zorlu devrimci fikirlerin izindeyiz. En inanılmaz hayallere bile devrimci bir gerçeklik kazandıran devrimci pratiklerin dışında devrimci bir yol bilmiyoruz. Felaket ve yıkımın tam merkezinde filizlenen yeniden inşa eğilimlerine sıkıca sarılmak ve bunu bütünsel devrimci bir programın bileşeni olarak örgütlemek yitirdiklerimize sözümüzdür. İçinde oluştuğumuz, yasla, acıyla, inatla, umutla, yeni bir mücadele kültürüyle yoğurulmuş yeni bir yoldaşlık hamurudur. Zahmetli koşullardan süzülerek, damıtılarak, halkla-yoldaşlarımızla uyumun en üst düzeyde olduğu yeni bir mücadele kültürünün ilk adımlarını attığımızın farkındayız.
Üst üste gelen krizler ve felaketler, en gündelik adımların bile devrimsel niteliğini, bütünsel devrimci programa dayanması gerektiğini gösteriyor. Bunun için en çok ihtiyaç duyulan şartlarda bir toplumsal dayanışma hareketi olarak kendini gösteren işçi sınıfının devrimci kapasitesine güveniyoruz.
“Hareket halindeki kitlelerin eskiyi yıkıp yeniyi yaratma biçimi sürprizlerle doludur.” Çadırları, konteynerleri, mahalleleri, semtleri, bölgeleri acil ihtiyaçlar temelinde örgütlerken devrimci kitle/halk örgütlenmelerinde ilham alıyoruz. İktidardan, devletten, sermayeden bağımsızlaşmış, ancak bunları kuşatma altında tutan, bunlara baskı uygulayan, devrimci amaçlar için bunları adım atmaya mecbur bırakan halkın kitlesel öz-örgütlenmeleri tarihsel yol göstericimiz. En küçük, gündelik adımlarımızda, her soba-başı, çadır-önü sohbetimizde halkın söz-yetki-karar hakkını düşünüyoruz. Bunlar gerçek bir tartışma, çözüm üretme, karar alma ve eylem meclisi neden olmasın? Yaratıcı buluşmalar ve kolektif kitlesel örgütlenmeler için daima Filistinlerden, Rojavalardan, Fatsalardan esinlenmiş devrimci bir kuşak olarak, şimdi özgün bir kolektif deneyim ellerimizde, elbirliğimizde. Devrimci kitle örgütlerini, ikili iktidarları, özyönetimleri, gündelik hayat basitliğinde keşfetme, kavrama, yaratma şansına, heyecanına, motivasyonuna sahibiz. Bizi ne engelleyebilir! Onursuz sermaye rüşvetleri, bilmem kaç sayılı kararnameler, polis gücü, paramiliter çeteler bilmediğimiz şeyler değil. Boşa düşürmenin de yollarını biliriz. Bilmediklerimizi de öğrenmek içim belirsizliğe hiç tereddütsüz atlayacak cesarete sahibiz. Sorumluluklarımızın bilincindeyiz. Halkın devrimci potansiyeline güveniyoruz. Mücadelenin politik bilimsel bilgisini birlikte üretiyor, birlikte öğreniyoruz. Halkın toplumsal yaratıcılığından kopmanın yarattığı çarpılmanın öğretici dersleriyle doluyuz. “Bireylerin entelektüel eşitliği, iktidarları, egemen sınıfları ve her kültürden elitleri korkutan bir özgürleşme momentidir.”3 Ezberleri, köhnemiş kalıpları, ayrıcalıklarımızı, konfor alanlarımızı yaşamsal devrimci pratiklerin arındırıcı eleştirel eğitiminden geçiriyor, iliklerimize kadar sızan mülkiyet kültürüyle birlikte deprem enkazlarının altında bırakıyoruz. Terk etmek, kendini yoksun bırakmak, bir yoksullaşma değil, özgürleşme ve mülksüzleşme sürecinin devrimci bir momenti olarak karşımıza çıkıyor. 6 Şubat’tan sonra “artık bize uyku yok!”
Deprem çalışmalarında geçirdiğimiz birkaç gün, olağan zamanlarda yaşadığımız yıllara bedel. Devrimci hızlanmanın sadece “gerisine düşenlere değil, önünde koşanlara karşı da acımasız olduğunu gördük.” Devrimci bir çözülme de kaçınılmaz. Ne denli anlamlı olursa olsun, toplumsal seferberliğin ileri-zorlayıcı pratikleriyle sınanmış hiç kimse önceki hayatına, önceki politik alışkanlıklarına dönemez. Devrimci momentum bizi, daha zorlu şartlara zorluyor; hazır oluncaya dek dağıtıyor, yıkıyor, parçalıyor, yeniden birleştiriyor, oluşturuyor, inşa ediyor. Biz kâhin değiliz, her şeyi öngöremeyiz, her şeye de gücümüz yetmez. Ancak her zaman hazırlıklı olmanın devrimcilik sanatının temel tarzı olduğunun bilincindeyiz. Üst üste gelen kapitalist felaketleri devrimci fırtınalara dönüştürmek için hazırlıklı olmayı günün parolası kabul ediyoruz.
Dipnotlar
1. Raul Zelik, Sermayenin Yaşayan Ölüleri, İletişim Yay., 2022.
2. Yaratıcı bir okuma için bakınız: Michael Löwy, Devrim Bir İmdat Frenidir, Sel Yay., 2021; Raul Zelik, age.
3. Jacques Ranciere, Cahil Hoca: Zihinsel Özgürleşme Üstüne Beş Ders, Metis Yay., 2020