Daha enkazın altından bedenlerimizi çıkarıp yaralarımızı saramamışken, enkazın üstünde kanlı sınıf savaşları hiç ara vermeden bütün şiddetiyle devam ediyor. Sermaye hiç zaman kaybetmeden yıkımı ve yeniden inşayı bir servet biriktirme kapısına dönüştürdü bile. Sadece Birleşmiş Milletler’den gelen 113,5 milyon dolar sırf enkaz kaldırma işlerine gidecek. Maraş’ta enkaz kaldırma işinin Sarıdağlar İnşaat’a verilmesi sermayenin kimlere doğru aktığının küçük bir göstergesi. Sarıdağlar İnşaat’ı, Plandöken’e inşa ettiği kayak pistinin çökmesinden ve Antalya “Helal Otel”den tanıyoruz. Vali Osman Varol, enkaz kaldırmanın da özel sektöre devredilerek hızlandırılacağının müjdesini verdi. Ancak enkaz kaldırma işlemleri sonucunda ortaya çıkan asbest, çevre sağlığı, ekolojik sağlık hiç tartışma konusu yapılmadı. Enkaz tozunun kronik hastalarda ve özellikle çocuklarda solunum yolu enfeksiyonlarıyla başlayıp tüberküloza giden hastalıklara yol açmasından endişe duyan halk sağlıkçıları uyarı üstüne uyarı yapıyor. Yeni kitlesel can kayıplarını öngörmek için geleceğe değil apar topar kurtulmaya çalıştığınız enkaza bakmanız yeterli. Toplumsal cinayet burjuvazinin planlı sınıf tavrıdır.
Bunca kayıptan en küçük bir sorumluluk payı çıkarmayan TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, hâlâ kamusal harcamalardan kısıntıya gidilmesi çağrısı yapıyor. Sanki devletin kamusal-toplumsal kapasitesinin çökertilmesinin baş aktörlerinden değilmiş gibi, kire pasa bulaşmamış “elit sınıf” havalarında tekelci sermaye adına yeni vurgunları kovalıyor. İslamcı burjuva işbirlikçilerini yanına alarak, Erdoğan’ın sözüm ona büyük inşaat projesiyle yıkımı seçim yatırımına dönüştürme hamlesinin peşine düşüyor. Öyle ya depremin ardından yapılan konut ihalelerinin büyüklüğü 75 milyar TL’yi geçti. Ekonomiye küçük geçici canlılıklar kazandıran inşaat sektörüne yapılan yeni yatırımlar sadece iktidar çekirdeğinin değil tüm sermayenin işine geliyor. Yeni kitlesel ölümlere yatırım yapmak, tüm uygarlığı yaşayan bir ölüye dönüştüren sermayeyi rahatsız etmez. Sermaye kurumlarının acil müdahale ve travmatoloji ekiplerinden bile önce harekete geçirmesinin nedeni budur. Moody’s’in, “inşa faaliyetleri”ni hesaba katarak Türkiye ekonomisinin büyüme oranı tahminini 2 yıl için yüzde 1,3 arttırması; Çevre Bakanlığı’na orman ve mera alanlarını inşaata açma yetkisinin verilmesi bunu destekliyor.
Burjuvazinin bağış, yardım ve yeniden inşa kampanyalarında gösteriş yarışına girdiği sıralarda kanser hastası Şehmus Kurt, konteyner verilmediğinden izbe bir ahır köşesinde enfeksiyondan hayatını kaybetti. Bu, sermayenin taammüden tercihi. Halkın Mühendisleri’nin dikkat çektiği gibi depremzedeler enerjiye erişimde zorluk çekerken sokak lambalarının yirmi dört saat yanması, kapitalist devletin depremzedelerden önce enerji şirketlerini dert ettiğini gösteriyor.
Öte yanan kitlelerdeki güçlü Erdoğan karşıtlığından cesaret alarak olası alternatif iktidarlarda pozisyon kapma telaşını da artık saklayamaz hale geldi. El çabukluğuyla suçu Erdoğan’ın üstüne yıkıp sıyrılma hesapları yapıyor. Oysa vahşi emek sömürüsünün, iş cinayetlerinin, ölümcül çalışmanın ve güvencesiz yaşamın yerleşik bir sistem haline gelmesinin bütün sınıfsal sorumluluğu burjuvaziye aittir. Süreci oligarşi adına başarıyla yöneten Erdoğan, en kirli paslı işlere girişirken motivasyon kaynağı sadece kendi kişisel çıkarı ve ikbali değildi. Çözülme sürecine giren bütün suç örgütlerinde görüldüğü gibi, ilk fırsatta ortağını satıp olası yeni iktidara tutunmak, korkaklığıyla ünlü Türkiye burjuvazisinin geleneksel alışkanlığıdır.
Sermayenin akışkanlığı ve oligarşinin esnekliği, onları büyük felaket karşısında görece dayanıklı kılsa da aynı şeyi Erdoğan için söylemek oldukça zor. 6 Şubat’ın öncesinde, işsizlik, hayat pahalılığı, barınma ve gıda fiyatlarının enflasyonu gibi nedenlerle seçim sonrasında büyük bir tufan beklenirken bunlara bir de depremin mali etkisi eklendi. Mali fatura 103,6 milyar dolar olarak hesaplanıyor. GSYH’nin yüzde 12’sine denk düşüyor. MB’nin hortumlanmış rezervleri, rekor cari açık ve bol keseden seçim harcamaları da cabası. Depremin yol açtığı politik-ekonomik kırılganlık, azalan kitle desteği, başa çıkamadığı idarecilik krizi ve keskinleşen sınıfsal çelişkiler yüzünden eli giderek zayıflayan Erdoğan çareyi yine gericiliği ve faşizmi yeniden saflaştırmakta arıyor.
Ürettiği enkazın yol açtığı toplumsal gerilimlerle yüzleşmekten kaçınamayan AKP-MHP ittifakı, yeni bir gerici-faşist saflaşma odağı yaratarak olası fırtınayı atlatmayı hesaplıyor. Büyük Birlikçi faşistler ve Perinçekçi ulusalcılardan sonra, Hizbul-Kontracı Hüda-Par’ı ve gerici Yeninden Refah’ı ittifaka kattılar. Şimdiden kadınların ve lgbti+’ların eşitlik ve özgürlüğüne yönelik yeni saldırı dalgası anlamına gelen dinci gerici bir protokole imza attılar. Yine de yaygın kitlesel feminist tepki korkusundan olsa gerek, değiştirmek istedikleri 6284 sayılı yasanın adını açıktan anmaya çekindiler.
Her şeye rağmen bunu “basit bir sandık ittifakı” olarak görmek, yaratacağı politik toplumsal sonuçları hafife almak ve gericiliğe-faşizme karşı militan kitlesel mücadele gerçekliğinin dışına çıkmak trajik sonuçlar doğuracaktır. Devlette, paramiliter uzantılarında ve iktidarın kitle temelinde bu gerici-faşist ittifakın gerçek bir karşılığı var. Kürt halkının meşru siyasal temsilcileriyle aynı fotoğraf karesine bile girmekten sakınan Millet İttifakının sağ ortaklarının tümünün Hüda-Par’la yakın temas çabaları unutulmasın. Kırılgan İttifakı, sürekli “Kürt düşmanlığı” ve “Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliği” üzerinden vurmak, her ne kadar siyasal muhalefetin kuruluşuyla sınırlı sorunlarmış gibi görünse de toplumsal krizin derinleşmesini ve kamplaşmaların keskinleşmesini beslemektedir.
Erdoğan’ın muhalefeti kirli siyaset oyunları ile parçalama girişimleri, sansür ve muhalefeti hedef alan faşist şiddet vakaları kontrolü bir baskı politikasının göstergeleri. PKK’nin ateşkes ilanına rağmen depremin ilk gününde dahi Irak ve Suriye’de süren askeri operasyonlar belli bir niyetin göstergesi. Bursa’da Amedspor’a yönelik ırkçı saldırı bile onca “devlet” desteğine karşın etkisiz kaldı. Sürekli yeni düşman ve savaş arayışları, özellikle depremden sonra istenilen kitle pasifikasyon ortamlarını, ırkçı kitlesel saflaşma histerilerini yaratmasa da gerici-faşist Cumhur İttifakı’nın iktidarı kaybetse bile olası stratejisinin işaretlerini veriyor.
Telafi edilemeyecek acı kayıplar verdiğimiz büyük bir felaketten sonra doludizgin seçime gidiyoruz. Daha yaralarımız sarılmadan apar topar seçime gitmeyi kimse içine sindiremez. Ancak bu kaçınılmaz durumda, en azından halkın yaralarının nasıl sarılacağı, kayıplarının az da olsa nasıl telafi edileceği ve yeni felaketlerin nasıl önleneceğine ilişkin ciddi yaklaşımların geliştirilmesi beklenir. Sahici bir hesaplaşmayı göze alıp, inandırıcı bir program ve güvenilir bir yönetici kadro seçimine dönüştürülmesi beklenir.
Gel gör ki seçimler, birkaç yönetici elitin dışında kimsenin tam olarak bilmediği, bir gösteri dünyasına dönüşmüş durumda. Erdoğan’ın üniversite diplomasının olmayışı, üçüncü kez seçilip seçilemeyecek olması, Akşener’in Altılı Masa’yı nedense terk edip hızla geri dönmesi, Erbakan’ın Cumhur İttifakı’na önce hayır deyip hemen ardından katılması, akşamdan sabaha görüş değiştiren popüler medya analizcilerinin baş döndürücü trafiğini izliyoruz. Kendini bu atmsofer içinde var etmeye çalışan sol da farklı bir görüntü yaratmıyor. Emek ve Özgürlük İttifakı bile “pazarlık” algısı yaratan gerilimlerle gündeme gelebiliyor.
Ülkenin dört bir yanında örgütlediği muazzam dayanışma ağlarıyla yeni bir öznellik düzeyi yaratan hareketli kitlelere reva görülen ya da biçilen misyon bu: pasif seyirci yerine konulmak, uyuşturulup seçmenleştirilmek! Ortada derinlemesine çalışacağımız, benimseyeceğimiz ya da reddedeceğimiz bütünsel bir toplumsal siyaset yok! Tüm gösteri, popüler kürsü konuşmaları ve yüksek seçim matematiğinin etrafında dönüyor. Kamplaşma/kutuplaşma o denli keskin ki kendi tarafının kazanması, bir “dava” psikolojisi içinde tüm değerlerden üstün görülüyor…
… derken bakıyorsunuz enkazın alt taraflarından, aşağılardan kararlı bir öfkenin isyancı sesleri yükseliyor: yüz binlerce kayıp verdiğimiz kanlı bir toplumsal cinayetin, iktidardan muhalefete bunun sorumlusu suç çetelerinin ve bunun altında yatan sınıf savaşlarının üstünü örtmenize izin vermeyeceğiz!