Küresel durgunluk, rekabet ve savaşların iktisadi arka planı

Emperyalist kapitalist sistem iktisadi krizi aşabilecek bir program henüz ortaya koyamadı. Dijital dönüşüm veya yeşil dönüşüm gibi kısmi piyasalaştırma atağı sunan girişimler ve yeni ticaret yolları geliştirilse de ufukta istikrarlı bir program görünmüyor. Savaşların temel gerekçelerinden biri de bu kriz ve krizli ortamdaki rekabet

Emperyalist kapitalist sistem; neoliberal programın tıkanıklığına dayanan iktisadi bir kriz yaşıyor. Sistem bu krizden çıkış için emek sömürünüsü yoğunlaştıracak bir program arayışında. Daha önce ABD hegemonyasında üretilen programlarla bu tıkanıklıkları aşan sistem, bu sefer siyasi hegemonya krizi de yaşıyor. Bretton Woods (1944) veya Washington Konsensüsü’nü (1989) ortaya çıkaran bir küresel uzlaşı yok, ufukta da görünmüyor.

Kriz göstergeleri

Küresel GSYH artış oranları 2008’den beri istisna yılları saymazsak her yıl azalmakta. IMF’nin (Dünya Ekonomik Görünümü, Ekim 2024) beş yıl sonraki tahminine göre küresel büyüme 2029 yılına kadar yüzde 3’ün biraz üzerine kadar düşecek. Bu oran 2008 krizinden hemen önce yüzde 5’e yaklaşmıştı. On yılın sonunda ise pandemi öncesindeki 20 yılın ortalamasının 1 puan altına düşeceği, emperyalist sistem içindeki hegemonya krizinin çözülmemesi durumunda ise ticaretin rakip bloklara bölünmesinin yıllık küresel büyümeyi yüzde 0,7’ye kadar düşeceği öngörülüyor. IMF bu ekonomik yavaşlamayı yapısal ve jeopolitik gerekçelerle açıklıyor. Yapısal gerekçeler arasında nüfus artış hızının ve dolayısıyla işçi sınıfının niceliksel genişleme hızının yavaşlaması, teknolojik gelişmelerin üretkenlik artışına beklenen katkıyı sunmaması ve iklim krizi (özellikle gıda arzına etkisiyle) sıralanıyor. Jeopolitik gerekçeler arasında ise pandemi ve bölgesel savaşların tedarik ağlarının kırılganlaştırması ifade ediliyor. Üretkenlik krizi ve yeni sanayi politikaları Kapitalizm ekonomik durgunlaşma eğilimini ancak genişleyerek aşabilir. Kapitalist genişleme ise iki temel dinamik üzerinde yükselir. İlki mülksüzleştirme-proleterleştirme ve metalaştırma süreçlerine dayanır. Yani işçi sınıfı içinde olmayan kesimlerin işçi sınıfına dahil edilmesi ve/veya sermaye döngüsüne konu olmayan çeşitli mal, hizmet ve çevrelerin sermaye döngülerinin parçası haline getirilmesi yoluyla. İkincisi ise üretkenliğinin, yani birim emek-zamanda üretilen değerin ve dolayısıyla el konan artı değerin artırılması.

Kriz sonrası dönemlerde iktisadi genişleme hızı oldukça yüksekken, özellikle 2008 sonrası dönemde bu hız oldukça düştü. Bu düşüşün temelinde ise üretkenlikte düşüş yatmakta. Neoliberal dönemde finansallaşmanın genişlemesiyle üretkenliği artıracak yatırımlar ikinci plana itildi. Bu da dönemsel olarak devasa kârlar elde edilse de üretkenlik artışının sağlanamadığı uzun yılları doğurdu. 2001 ve 2008 krizleriyle finansal alan sarsılınca üretkenlik krizi daha ön plana çıkmaya başladı. Üretkenliği artıracak yatırımlar, üretimin de kaymasına paralel olarak küresel güney ülkelerine yöneldi. Batının derinleşen üretkenlik krizi emperyalist sistem içindeki rekabette bir zaaf olarak görülmeye başlanınca stratejik olarak tespit edilen alanlar üzerinden yeni bir sanayi politikası gelişmeye başladı. Bir süredir ABD ve AB ülkelerinde ana akımlaşma eğilimi güçlenen bu yeni sanayi politikalarının iki temel ayağı var: Dijital dönüşüm ve yeşil dönüşüm.

Dijital dönüşüm; yarı iletkenler ve bunların kullanıldığı batarya ve çipler, iletişim ağları (5G gibi), yapay zeka uygulamalarının üretim sistemlerine entegrasyonunu ifade etmekte. Bu yöndeki adımlar bant sistemi (Fordist üretim) ya da üretimin parçalanıp küreselleştirilmesi ve tedarik ağları gibi bir birikim model ortaya çıkarmasa da bir piyasalaşma atağı yaratıyor. ABD’deki Çip Yasası kapsamında öngörülen teşvik miktarı 280 milyar dolar olarak açıklandı, devamında yeni açılımlarla birlikte teşvikler 400 milyar doları buldu. AB, bu rekabette geri kalmamak adına bu alana 15 milyar avroluk bir teşvik paketi açıkladı. Çin, çip sanayisini desteklemek için 40 milyar dolarlık devlet destekli yeni bir fon kurdu. Ancak bu yeni hamleleri ortaya çıkaran temel itki olan üretkenlik krizine etkisi tartışmalı. Zira şu ana kadarki yatırımlar daha ziyade emek maliyetlerini düşürme odaklı. Yeşil dönüşüm adına yapılan yatırımlarla yenilenebilir enerji, enerji verimliliği, elektrikli otomobil, enerji bakımından binaların iyileştirilmesi ve yeni inşaatların yapılması gibi enerji, sanayi ve inşaat sektörlerinin halktan toplanan bütçeyle desteklenmesi politikasının icrası, ve bu yolla kapitalist birikimin canlandırılması hedeflenmekte. 2022’de ABD’de çıkarılan ve 400 milyar dolarlık kamu paketi sunan Enflasyonu Düşürme Yasası, bu yöndeki en büyük adımlardan biri. AB’nin Yeşil Yeni Düzen Strateji Belgesi bunun bir diğer örneği. AB, yatırımları sadece kendi ülkesinde yapmakla sınırlı tutmayıp ithalat yaptığı ülkelerdeki üretim düzeneklerini de strateji belgesine uyumlu hale getirmeyi dayatan bir yol izliyor. Böylece yatırımların ve dolayısıyla piyasalaşma atağının kapsamı da genişliyor.

Ancak benzer şekilde yeşil dönüşüme dair yapılan yatırımlar için de krizin temelini oluşturan üretkenliğe dair pozitif bir katkı sunduğunu söylemek zor. Yeşil dönüşüm ve dijital dönüşüm alanındaki yatırımlarla birlikte lityum, kobalt, koltan gibi bazı madenler stratejik açıdan önem kazandı. Yarı iletken, batarya ve çip üretiminde kullanılan madenler, Latin Amerika ve Afrika’daki sömürgecilik ilişkileri ve emperyalist güçler arasındaki bölgesel rekabetin konusu haline geldi. Çevresel felaketlerin, yoksullaşmanın, halk sağlığını tehditlerinin de temelinde yatan bu yeni kazıcılık (extractivism) faaliyetleri; Bolivya’da 2019’daki darbe ve 2024’teki darbe girişiminin, Afrika’da 2021 sonrasında yaşanan pek çok ülkedeki askeri darbelerde de belirleyici durumdaydı.

Tedarik hatları savaşları

Neoliberal dönemde tedarik hatlarının gelişimiyle küresel işbölümü ve dolayısıyla sömürü mekanizmalarında dönüşüm yaşandı. Üretim büyük oranda merkez kapitalist ülkelerden küresel güney ülkelerine kayarken, buradaki artık değer yüklenici sözleşmeleri, kur farkları ve eşitsiz ticari ilişkiler yoluyla yine merkez ülkelere kaymaya başladı.

COVID-19 pandemisi, üretim merkezlerinde ve lojistik hatlarda kırılmalara yol açtı. Pandemi bu anlamıyla ilk küresel tedarik zinciri krizi olarak da anılmaya başlandı. Hemen öncesinde, ABD-Çin arasındaki rekabet, gümrük duvarları ve ithalat ve ticaret kısıtlamalarıyla birlikte kriz de derinleşti. Devam eden yıllar Çin’in 2013’te temellerini attığı ve devam ettirdiği Kuşak ve Yol Girişimi’nin karşısında yeni ticaret yolu projeleri gelişti. Biden 2023 Eylül’de düzenlenen G-20 zirvesinde Hindistan, Körfez ülkeleri ve Avrupa arasındaki bağlantıyı ve ekonomik entegrasyonu arttırmayı hedefleyen Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) projesini duyurdu. Projede ABD ve AB ülkelerinin yanı sıra Suudi Arabistan, BAE, Hindistan, İsrail ve Ürdün de kilit önemde yer alıyor.

İsrail’in 2020’de BAE ve Bahreyn ile başlayıp daha sonra Fas, Sudan, Mısır ve Ürdün’le “normalleşme” adına yaptığı Abraham Anlaşmalarıyla bu projenin hazırlıklarına başlanmıştı. İsrail’in Hayfa Limanı, projenin Ortadoğu ayağının Akdeniz’e açılan kapısı olması sebebiyle hayati önem taşıyordu. İsrail Başbakanı Netenyahu Mayıs 2024’te yayımladığı politika belgesiyle Gazze’nin savaş sonrası büyük altyapı ve ekonomik yatırımlarla tedarik hatlarına yeniden entegre etme çabalarını ortaya koyuyor. Netenyahu ayrıca Gazze’nin hem Bağdat-Mısır ticaret yolları hem de Yemen-Avrupa ticaret yolları üzerinde olması nedeniyle sahip olduğu öneme dikkat çekiyordu.

Gümrük duvarlarının Biden’la devam ettirilmesinin üzerine Çin, bu duvarları aşmaya dair farklı stratejiler geliştirdi. Çinli firmalar tedarik zincirlerini Fas, Meksika ve Kore gibi üçüncü ülkeler üzerinden yönlendirmeye başladı. Bu sayede Amerikan pazarına ‘arka kapıdan’ erişim sağlandı. ABD’ye ithal edilen güneş pillerinin yüzde 80’inden fazlası artık Vietnam, Malezya, Tayland ve Kamboçya üzerinden
geliyor.

Çin bir yandan da Rusya ile birlikte BRICS’i genişletip ABD tarafından kendine uygulanan ticari tecridi kırmaya çalışmakta. BRICS Ağustos 2023’te Mısır, Etiyopya, İran, Suudi Arabistan ve BAE’yi gruba katılmaya davet etti. İran da Batı merkezli yaptırımlara karşı ticari anlamda kuvvetlenebilecekti. IMEC’in duyurulmasından hemen önce, mayıs ayında Irak Kalkınma Yolu (IKY) projesi duyuruldu. Irak’ın güneyindeki Büyük Fav Limanı’nı Ovaköy üzerinden Türkiye sınırına bağlanması ve oradan Avrupa’ya uzatılması planlanmakta. Türkiye’nin bu projeye dair anlaşmalarda yer almasında Rusya ve Ortadoğu arasındaki enerji nakil hatlarında bir üs olabilme hayalinin yanında PKK’ye yönelik operasyonlarda avantaj elde etme gayesi de yatmakta. Suriye kırılımı Filistin direnişinin hem İsrail’in yaptığı Abraham Anlaşmaları’nın sekteye uğraması, Yemen’de Husilerin füze saldırılarıyla Kızıldeniz’i İsrail’e giden gemilere kapatması, hava savunma sistemi olan Demir Kubbe’nin Filistinli direniş örgütleri, Hizbullah ve İran tarafından delinmesiyle İsrail kentlerinin güvenliğinin sarsılması IMEC projesinin geleceğine dair kuşkuları artırmıştı.

Çin, Suriye’de de avantaj elde edeceği hamleler yapmaktaydı. Suriye zaten Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne katılmıştı. Beşar Esad, IMEC projesinin ilanından hemen sonra Çin’le stratejik ortaklık anlaşması da imzaladı. Bunların yanı sıra Çin hem Filistin’de hem Suriye’de savaş sonrası yeniden inşa sürecine mali destek vermeyi de içeren mutabakatlar yapmıştı. Suriye’de HTŞ öncülüğündeki cihatçıların yönetimi ele geçirmesi hegemonya savaşındaki güç dengelerini alt üst etti. Suriye’deki rejim değişikliği ile hem Filistin direnişi ve Lübnan Hizbullahı’nın İran’la olan ikmal hattı kesintiye uğradı hem de Suriye’de ABD ile daha uyumlu hareket etmek isteyecek bir yönetim kuruldu. Böylece Çin’in Akdeniz’deki Tartus ve Lazkiye Limanlarına dair beklentisi ağır bir yara aldı. HTŞ’nin iktidarı ele geçirmesinin ardından Türkiye de kazanan tarafta olmasının verdiği güçle Suriye’deki yeniden inşa çalışmalarındaki rantı gündeme getirmeye başladı bile. Yeniden inşa sürecinde altyapı yatırım ihalelerinin Türkiye menşeli şirketlere verileceği konuşulurken bu sürecin Çin’le ilişkilerin iyileştirilme çabasıyla birlikte yürütme konusunda belirsizlikler var. Tek belirsizlik Ortadoğu’da değil. Emperyalist kapitalist sistem içindeki altüst oluşlar son bulmadı ve yeni hegemonik sömürgecilik programı ortaya konamadı. Bu olmadan da istikrarlı sömürgecilik ilişkilerinin ve iktisadi sistemlerin ortaya konması pek mümkün görünmemekte.