Halkların isyandan başka güvencesi kalmadı

Savaş sürecektir. Emperyalist-kapitalist sistem içi Rusya ve İran gibi güçlerin yenilgisi ve çürümüş Arap milliyetçisi rejimlerin tarih sahnesinden çekilmesi ile ABD bir zafer elde etmiş olabilir ama bu, savaşın bittiği anlamına gelmez. Aksine ABD karşısındaki bu sistem içi direnç unsurları çekilirken, emperyalizm ve işbirlikçileri ile ezilen halklar arasındaki esas savaş daha çıplak biçimde karşımıza çıkmaktadır.

ABD emperyalizmi karşısında sistem içi direnç dinamikleri olan uluslararası, bölgesel ve ulusal güçler Suriye savaşında yenilgiyi kabullenerek ülkeyi cihatçı istilasına terk etti. Ortadoğu’daki uluslararası rekabette ABD karşısında Rusya kaybetti. Bölgesel güç mücadelesinde İsrail ve Türkiye karşısında İran kaybetti. Emperyalist Siyonist saldırganlık karşısında İran liderliğindeki Direniş Ekseni kaybetti. Suriye’nin ulusal tarihi içinde, uluslararası dengelere yaslanan bir siyasal bağımsızlığa ve parçalı toplumsal yapıyı birleştiren seküler Arap milliyetçiliği ideolojisine yaslanan Baas rejimi kaybetti. Baas rejiminin buharlaşırcasına çözülüp Şam’ı cihatçı Heyet-i Tahrir’uş Şam’a (HTŞ) bırakması ile İran’la İsrail işgali altındaki topraklarda mücadele eden direniş örgütlerini birbirine bağlayan lojistik hat ortadan kalktığı için Lübnan ve Filistin direnişi büyük darbe aldı.

Baas rejimi 13 yıllık bir yıpratma savaşı ve ekonomik yaptırımlar nedeniyle oldukça zayıflamıştı. Rusya, Ukrayna’da uzayan ve maliyetli bir savaşa yoğunlaştığı için Suriye’ye sınırlı bir güç ve ilgi yönlendirebiliyordu. İran, Gazze-İsrail savaşının bölgeye genişlemesi nedeniyle İsrail’le doğrudan çatışmaya başlamıştı ve Suriye’ye uzanan lojistik hattı, askeri ve istihbari kadroları, milis güçleri dahil pek çok güç ve olanağı İsrail tarafından tahrip edilmişti.

Kent savaşlarına göre örgütlenmemiş olan Suriye ordusunun bu açığını gidererek cihatçı istilasını püskürten Hizbullah, İsrail’le savaş halinde olduğu için güç aktaramıyordu. Nihayetinde dengelerin Baas rejimi ve müttefikleri aleyhine değiştiği bir anda ABD, İsrail ve Türkiye’nin desteği ile harekete geçen HTŞ, muhtemelen kendisinin de şaşırdığı bir hızla ve hazır olmadığı bir anda başkent Şam’ı kucağında buldu. Şok edici bu sonuç, savaşın sonu değil. Suriye’de iç savaş sürüyor, Ortadoğu’da ABD-İsrail ile Direniş Ekseni arasındaki savaş sürüyor, uluslararası ölçekte de ABD-NATO ekseni ile Rusya ve Çin başta olmak üzere karşı güçler arasındaki savaş sürüyor. Bu savaşlar farklı biçimler alacak, yenilgiler ve zaferler yaşanacak, hiçbir güç doğrusal bir seyirle ilerlemek ya da gerilemek zorunda olmayacak, ileri-geri hamleler yaşanacaktır. Ancak Suriye savaşında askeri yenilgiden katbekat daha önemli olan, ABD karşıtı sistem içi unsurlarla ittifaka dayalı anti-emperyalist mücadele anlayışının politik yenilgisidir. Tanık olduğumuz şey, emperyalist-kapitalist sistemin çelişki ve çatışmalarının en şiddetli biçimlerde yaşandığı Ortadoğu’da ulusal kurtuluş mücadelelerinin ve sınıf mücadelelerinin seyrinde köklü ve stratejik değişimleri kaçınılmaz kılan büyük bir kırılma anıdır. Emperyalist kapitalist sistem ile ezilenler arasındaki çelişki, sistem içi çatışmalarla perdelenmesi güç, çok daha açık, dolayımsız, sert, zorlu ve sistemsel bir çatışma halini almaktadır.

ABD karşıtı direncin sınırları

ABD ile çelişkili çıkarlara sahip olan Rusya gibi uluslararası ya da İran gibi bölgesel güçler, emperyalist sistemin yıkılması için değil, sistem içinde daha ileri bir konum elde etmek için çalışıyorlar. Bu da işgal karşıtı direnişlerin ya da ezilen ulus/sınıf hareketlerinin tutarlı bir uluslararası ve bölgesel desteğe sahip olamayacağı anlamına geliyor. Hegemonya krizi yaşasa bile ABD liderliğindeki emperyalist kapitalist kampın bütünlüğü, karşıtlarından oluşan cephede yok. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası oluşan uluslarası kurumlar emperyalist-kapitalist kamp ile sosyalist kamp arasında saflaşmış ya da dengeli biçimde bölüşülmüştü. Ne var ki sosyalist kampın yenilgisinin ardından emperyalist kapitalist kamp iç bütünlüğünü korurken, ABD karşıtı güçler bir bütünlükten ya da yaslanabilecekleri bir kutuptan yoksun kalmıştı. Bütün “çok kutupluluk” arayışlarına karşın, iç çelişkilerle malul olsa da NATO karşısında eşdeğer bir karşı askeri uluslararası kurumsallaşma yoktur. ABD karşıtı diye bilinen devletler, bir anti-emperyalist çizgide buluşmuş değil. Hatta yer yer ABD ile uzlaşma içinde hareket etmekte, birbirilerini yalnız bırakabilmektedir. Çok kutupluluğu destekleme söylemiyle yan yana gelen Rusya ile Çin’in başını çektiği ve İran’ın da üye olduğu Şangay İşbirliği Örgütü güvenlik anlamında bir başka kutup oluşturacak askeri politik kurumsallığa sahip olmadığı gibi bu yönde bir eğilim de göstermemektedir. Rusya, Suriye’deki uzun savaş boyunca İsrail’in saldırılarına karşı durmamış, İran’ın ülkedeki askeri varlığının zayıflatılmasına yol vermiştir.

Filistin direnişi, 7 Ekim 2023’te işgale karşı bir kez daha başkaldırdığında, karşısında uluslararası hukuk tanımayan ve soykırıma girişen bir İsrail ve emperyalist kapitalist sistemin ona karşı somut bir askeri, ekonomik, diplomatik adım atmayan uluslararası kurumlarını bulmuştur. Batı’nın sokakları yüzbinlerin Filistin’e destek eylemleriyle dolarken ve Güney Afrika’nın girişimi ile İsrail Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde mahkum edilirken, Birleşmiş Milletler kendi kurum ve kadrolarını da hedef alsa bile İsrail’e dur dememiştir. Filistin direnişi, kendisi de bir ulusal kurtuluş hareketinin yakın dönem mirası üzerine kurulu Güney Afrika’nın, Lübnan ve Yemen direnişinin dışında somut bir destek görmemiştir. İran da İsrail ile gerilimini kendi ulusal güvenliği üzerine müzakerelerde bir koz sınırında tutmaktadır.

Savaş, direniş ve isyan sürecek

Bugün bütün dünyayı etkisi altına alan savaş olgusu ABD emperyalizminin hakimiyet krizi çerçevesinde anlamlandırılabilir. ABD, sistemin başat gücü olmayı sürdürmekle birlikte mutlak belirleyeni olamamaktadır, rakip ya da karşıt çıkarlar temelinde özerk hareket eğilimleri, meydan okumalar ve direnişlerle karşı karşıyadır. Bu eğilimleri engellemek için Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi askeri müdahalelere başvurmuş ancak savaşın seyri ABD’nin niyetlerinin ötesinde, savaşan bütün tarafların müdahaleleriyle biçimlenmiştir. Bugün tanık olduğumuz savaşlar, basitçe emperyalist sistem içi hiyerarşi ve egemenlik mücadelelerinin değil, uluslararası ölçekte süren sınıf mücadelelerinin de silahlı görünümleridir. Bu çatışmaların “emperyalistler arası rekabet”, “emperyalist müdahaleciliğe karşı ulusal direniş” ve “işçi sınıfının sistem karşıtı direnişlerinin somut görünümü olarak halk isyanları” biçiminde, birbirine indirgenemeyen ancak birbiri ile zorunlu olarak ilişkilenen üç ayrı boyutu vardır. Emperyalistler ve işbirlikçi egemen sınıf çıkarları bir yanda, emperyalist saldırganlığın hedefindeki ezilen uluslar ve ezilen sınıflar da diğer yanda yer almaktadır. Ancak bu durum örgütlü politik saflaşmalar görünümünü kazanmamıştır.

Tırmanan emperyalist-kapitalist saldırganlık karşısında direnmek gerektiğini ve direnmenin mümkün olduğunu gören ezilen uluslar ve ezilen sınıflar da henüz politik devrimin yolunu açan bir devrimci strateji ortaya koyabilmiş değildir. Bu da bir çaresizliğin ötesinde, sistem içi politik aktörlerin kuşatmasında uzun erimli ve zorlu mücadelelere işaret etmektedir. Suriye’de emperyalizm destekli cihatçı istilasına karşı özgücüne yaslanan bir direniş içinde ayağa kalkan ancak zamanla kendini savunabilmek gerekçesiyle ABD ile askeri işbirliğine giden Rojava direnişi, güncel ve özgün bir örnek olarak karşımızdadır. Türkiye ve HTŞ’nin tehditleri karşısında sürdürdüğü bu askeri işbirliği, güvenilmez olmanın yanında, Rojava direnişinin devrimci iddiaları ile de çelişki halindedir. Çare, ezilen ulus direnişinin onu gerici ittifaklara zorlayan yalnızlığının, saldırgan güçleri sınırlandıracak devrimci hareketlerle giderilmesidir. Öyleyse, sistem karşıtı direnişin somut gerçekliği içinde, gerici sistem güçlerine karşı savunmayı örgütleyebilmek ve savunmadan devrimci iktidar mücadelesine ilerleyebilmek için, karşımıza çıkan savaşları da sınıf savaşları temelinde ele alıp, direnişin farklı biçim ve boyutları arasındaki ilişkiyi işçi sınıfının politik iktidar mücadelesi temelinde kurmak gerekmektedir.

Tek güvencemiz halkların isyan kapasitesi

Başlangıçta 2008 küresel finans krizinin sınıfsal yansımaları ekseninde Aralık 2010 itibariyle Tunus ve Mısır’da yoksulluğa ve baskıcı rejimlere karşı gelişen Arap halk hareketlerinin yarattığı sarsıntıyı istedikleri biçimde yönlendirmek isteyen emperyalist güçler 2011’de Libya ve Suriye’yi hedef aldı. NATO ülkelerinin doğrudan müdahalesi ya da işbirlikçi Körfez rejimlerinin, AKP iktidarının ve uluslararası cihatçı ağının kullanıldığı savaşlar, hem Arap halklarının emperyalizm işbirlikçisi rejimlere karşı yükselen eşitlik, özgürlük, bağımsızlık talepli isyanını boğmak hem de Ortadoğu’daki emperyalist siyonist saldırganlık karşıtı silahlı direnişi kırmak istemişti. İşgaller, cihatçı istilaları, ılımlı İslam yönetimleri ve askeri darbelerle halk isyanları bastırılırken, işgal karşıtı direniş de ABD destekli sınırsız İsrail saldırganlığına maruz kaldı.

Hamas’ın 7 Ekim 2023’te Gazze’den başlattığı sarsıcı direniş hamlesi ve Lübnan Hizbullahı’nın Filistin direnişinin yanında İsrail işgali karşısında ifade ettiği meydan okuma, ABD’nin sınırsız desteğini arkasına alan İsrail’i Direniş Ekseni karşısında sonuna kadar gidecek bir savaşa girişmeye sevk etti. Gazze’de başlayıp Lübnan’a uzayan savaş 2024 biterken Suriye’de Baas rejimi ile birlikte egemen bir devlet altyapısının ortadan kaldırıldığı kolektif bir saldırı hamlesi ile sürdü. Suriye bir ara duraktır ve Direniş Ekseni bu en zayıf halkasından kırıldıktan sonra ABD-İsrail şimdi de Yemen’i ve nihai olarak İran’ı hedefe koymaktadır. Savaş sürecektir. Emperyalist-kapitalist sistem içi Rusya ve İran gibi güçlerin yenilgisi ve çürümüş Arap milliyetçisi rejimlerin tarih sahnesinden çekilmesi ile ABD bir zafer elde etmiş olabilir ama bu, direnişin bittiği anlamına gelmez. Aksine ABD karşısındaki bu sistem içi direnç unsurları çekilirken, emperyalizm ve işbirlikçileri ile ezilen halklar arasındaki esas savaş daha çıplak biçimde karşımıza çıkmaktadır. Gerek emperyalist siyonist saldırganlık karşıtı ulusal direniş, gerek cihatçı istilası karşısında çok dinli, çok kültürlü ve kendine özgü bir sekülerizmi tecrübe ederek benimsemiş Ortadoğu halklarının direnişi, gerek bütün gerici güçleri Ortadoğu’da seferber eden emperyalist kapitalist sistem karşısında bölge işçi sınıfının, kadınların ve gençliğin eşitlik, özgürlük, barış talepli mücadele eğilimleri orta yerde durmaktadır. Ortadoğu halklarının 2010’da boy veren, eşitlik ve özgürlük talepli isyanının toplumsal zemini ortadan kalkmadı, daha da güçlendi. Emperyalist müdahaleler, işbirlikçi gericilikler ve iç savaşlarla bastırılmaya çalışılan bu isyana daha çok tanık olacağız. Tek güvencemiz de o.